26 Ocak 2018 Cuma

Senede 100 kitap okumak mümkün

Son dönemlerde bir teknoloji bağımlılığı mücadelesidir gidiyor.
Adeta bir nefis savaşına döndü insanlar için. Özellikle de anne babalar için…
Çocuklarının internet bağımlılığından şikâyet ediyorlar ama asıl müptela da kendileri… Çokça rastlıyorum…
Bu sosyal medya, insanlardaki merakı dürtükleyen bir şey. Bu merakı doğru yere çekmek, ondan faydalanmak hepimizin kârına olmaz mı?
Mesela, o merakı kitapla gideremez miyiz?
Senede 100 kitap okumak çok mu zor?
Durun durun! Öyle hemen, ‘‘ben kitap okumayı sevmem… sıkılırım… vaktim yok’’ gibi bahanelerin ardına saklanmayın. Gerçi yazının kalanını bile okuyacak mecaliniz yoksa, zaten ümitsiz vakasınız demektir. Boşver dostum, sen bir çay al oradan, biraz da facebook da dolaş… Bak bakalım, Hilmi dayın hangi özlü sözü paylaşmış yine.
Formülü merak edenler beri gelsin. Birlikte küçük bir hesap yapalım.
Normal bir insan dakikada 200 - 400 kelime okuyabilir.
Biz garanti olsun diye rakamı da 200 kabul edelim.
Ülke ortalamamız da 180 – 220 arasıdır zaten.
Ortalama bir kitapta ise 50 bin kelime bulunur.
Yani, 100 kitaptaki toplam kelime sayısı 5 milyon eder.
5 milyon kelime ise, süre olarak 213 buçuk saate tekabül ediyor.
1 yıl içinde 213 saat! Günde 1 saat bile etmiyor.
Peki, bir yılda sosyal medyaya ne kadar vakit ayırıyorsunuz?
Günlük ne kadar vakit ayırdığınızı düşünün. Sonra da çarpın 365 ile.
Buyurun onun da ülke ortalamasını paylaşayım.
1 yılda ortalama 608 saatimizi sosyal medyayla uğraşarak geçiriyoruz.
Dikkatinizi çekerim. Sadece sosyal medya. İnternet değil.
Televizyon da cabası. Hoş, ‘‘ben zaten televizyon izlemiyorum ki’’ dediğinizi duyar gibiyim. Ama olsun. İster seyredin ister seyretmeyin. Onu hesabın içine katmıyorum.
Pek çoğumuz bu tür bağımlılıklarımızı kabul etmek istemiyoruz. Ya da, ‘‘Ama napayım, yapacak bir şey yok. Sıkılıyoruz’’ gibi bahanelerin ardında saklanıyoruz.
Hesabı yapmak da kolay tabi. Ben de kendi adıma bir özeleştiri yapacak olursam, eskisi kadar kitap okuyamaz oldum. Mesleki bir refleks olsa gerek, dünyanın en çirkin kütüphanesinin müdavimi oluverdim. İnternetin. Okumalarım, araştırmalarım, internet üzerinde yoğunlaştı. Bu vaziyetten hayli muzdaribim. Rahatsızım. Enerjimi ve merakımı, eskiden olduğu gibi yine kitaba yönlendirmeye çalışıyorum. Başardığım ölçüde de huzur bulabiliyorum.
Çünkü kitap, her şeyden önce bir kaçıştır.
Tantanalı gündemden, sıkıntıdan, stresten uzaklaştırır.
Bilmediğiniz yepyeni, gıcır gıcır bilgiler edinirsiniz.
Bambaşka insanlar tanıyabilirsiniz. Asla sokaklarda ya da sosyal medyada rastlayamayacağınız insanlar...
Hele bir de çapraz okuma yaparsınız, offf! Kendinizi geliştirir, ufkunuzu geliştirirsiniz.
İlk emir de açıktır…
‘‘İkra’’ (Oku)

12 Ocak 2018 Cuma

Ateş olmayan yerden duman çıkmaz

İran’da rüzgâr dindi artık. Ancak kafalar karıştı.Olaylar, Amerikan fitnesi miydi? Yoksa İran’da bir kaynamamı var?
Her kafadan bir ses çıktı. Gezi Parkı ile özdeşleştirenler oldu. İç siyasete yönelik söylemler geliştirildi vs.
Peki orada gerçekten ne oldu? Tam anlamıyla bilemiyoruz. Gerçek bilgi edinebileceğimiz çok az kaynak var. Ancak tahmin yürütüyoruz…
***
İran’da geçen yıl cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı. Reformcu mevcut Cumhurbaşkanı Ruhani %57 oy oranıyla yeniden cumhurbaşkanı seçildi.
Ancak reformcu Ruhani’nin karşısında bir kanat var. Tepkililer Ruhani’ye… Çünkü P5+1 ülkeleriyle nükleer anlaşmaya varan Ruhani, ülkeye ekonomide iyileşme sözü vermişti. Halk vaat edilen ekonomik iyileşmeyi göremedi.
İşsizlik ve enflasyon bir türlü tek hanelere indirilemedi.
Son 6 yılda bütçe %40 küçüldü.
Kendi halklarının ihtiyaçlarıyla ilgilenmek yerine, Suriye ve Irak’ta nüfuz kazanma yoluna gittiler.
Halk zamanla dolmaya başladı içten içe. Protestolar her ne kadar 28 Aralık’ta başlasa da evveliyatı var…
***
Meşhed ve çevresinde başlayan eylemler tamamen ekonomik gerekçelerle ortaya çıkmıştı. Meşhed her ne kadar muhafazakâr kimliğiyle ön plana çıksa da, eylemler de şiddet, politika ya da dinden eser yoktu. Çok sayıda Afgan mülteciyi de barındıran Meşhed’de dert, sadece ekonomi gibi görünüyordu.
Ne zaman ki 29 Aralık’ta eylemler muhafazakâr olmayan şehirlere sıçradı… İşin rengi değişmeye başladı. Çünkü kitleler değişti.
Mesela, Arapların çoğunluğunu oluşturduğu Ahvaz…
Kürtlerin hayli kalabalık olduğu Kirmanşah…
Özellikle de uyuşturucu kartellerinin yoğun olduğu Luristan…
İş burada karışmaya başladı işte. Ekonomiden çıktı… Ruhani’ye, Mollalara sert tepkiler geldi. Hoş, muhafazakârlar da Ruhani’ye ve Mollalara tepkiliydi. Ekonomiden ve yolsuzluklardan ötürü… Ancak değişen kitle, değişik şeyler söyledi. Azınlık haklarından başka başka mevzulara kaydı vaziyet…
Eylemlerde artan şiddetin uyuşturucuyla olan ilişkisini de izah edeyim.



İran, dünyada uyuşturucunun en çok kullanıldığı ikinci ülkedir.
İran’da yılda ortalama 3 binden fazla insan uyuşturucudan ölüyor.
Hem güzergâhtır, hem pazardır. Afganistan ve Pakistan sınırlarında her yıl uyuşturucu kaçakçılarıyla yaşanılan çatışmalarda 500 ila bin güvenlik görevlisi hayatını kaybeder. Yaralıları saymıyorum.
İran hapishanelerindeki mahkumların yarısını uyuşturucu kaçakçıları oluşturur ve bunların çoğu idam edilir.
Özellikle Luristan tarafında protestoların nasıl bastırıldığına dair ufak bir ipucu vereyim. İran hükümeti iki gün önce, uyuşturucu kaçakçılarının idam edilmesine ilişkin kanunu yeniden düzenlemeye karar verdi. Yeni düzenlemeyle, cezaların idam yerine 25-30 yıl hapse çevrilmesi öngörülüyor. Zamanlama manidar…
***
Ekonomik gerekçelerle protestoya başlayan muhafazakârlar, işin başka yöne evrildiğini görünce evine çekildi. Halbuki onlar başlatmıştı protestoları. Dertleri ise ekmekti. Onlar evine çekilince kalabalık eridi tabi.
Eylemlere söz konusu bu kaçakçılar haricinde azınlıklar da katıldı. Araplar, Kürtler, meydandan kolay ayrılmadılar. Türk ve Azeri nüfusun yoğun olduğu bölgelerde ise metanet vardı. Bizimkiler pek ses çıkarmadı. Kaldı ki Azeriler, İran’ın belli bölgelerinde baya kalabalıktır. Eğer seslerini çıkarsalardı, iş çok büyürdü.



***
Kısacası, ekonomik gerekçelerle başladı gösteriler. Sonrasında ise çığrından çıktı. Bunun toplumsal sebepleri var. İfade edildiği gibi bir fitne de olabilir.
Sırf iç siyasete yönelik söylemlere hizmet etmek amacıyla, ‘Ayetullah Mike yaptı. Amerikan fitnesi bu iş’ deyip sıyrılmak çok kolay geliyor tabi.
Ama oradaki İranlılara da sormaz mısınız hiç? ‘‘Kardeşim, Amerikalı bunu yaparken senin elin armut mu topluyordu?’’ diye… Hoş, önce soruyu bizim kendi ülkemizin insanlarına sormamız lazım. Hem en güçlüyüz, hem en mağdur… Nasıl oluyor anlamadım!
Velhasıl, ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Fitne de olsa, toplumsal bir mesele var. Bugün fitne olmasın diye ekmek derdi için sokağa döküldükten sonra evine dönen insanlar, yarın ekonomi düzelmediğinde yine sokağa çıkacak. O zaman da mı ‘fitne’ denilecek? Yahu adamlar aç aç!
Üstelik, İranlılar dışarıdan kimin ne söylediğine de pek kulak asmazlar. Öyle iki adam, iki eylem, iki oyunla yıkamazsın. Çok daha fazlası gerekir…





5 Ocak 2018 Cuma

Aklı havada, fikri hür...

3 yaşındayken babasını kaybetmiş…
16 yaşındayken ilk kez savaşa katılmış…
20’sinde pilotluk diplomasını almış…
1. Cihan Harbi’nde de vazife yapmış, Kurtuluş Savaşı’nda da…
Yüreği vatan sevgisiyle dolu,
azimli ve hayalperest bir adam…
Onun adı Vecihi Hürkuş (1896 – 1969)
***
Savaş kahramanıdır. 1. Dünya Savaşı’nda da Kurtuluş Savaşı’nda da önemli vazifeler yapmıştır. İstiklâl madalyası verilmiştir… Onun hayalleri cephelerin, savaşların ötesindedir.
Daha 23 yaşında tasarlar ilk uçağını. Sadece pilot değildir. 5 yıl içinde ilk uçağını da monte etmek için hazırdı… 1924’te Yunan uçaklarından geriye kalan malzemeleri kullanarak bir uçak yapar… VECİHİ K-VI… uçuş için izin gereklidir. Ancak ona izin verecek bir kurum yoktur. Çünkü memlekette bu uçağı inceleyecek teknik eleman sayısı sıfırdır…
Vazgeçmez Hürkuş… Sonunda heyetten biri dayanamaz, ‘‘Biz izin veremeyiz Vecihi... Çok güveni-yorsan uç. Bizi de kurtar’’ der.
29 Ocak 1925… Vecihi uçuşu gerçekleştirir. Başarılıdır. Ancak ‘izinsiz’ uçtuğu için kendini de yakar, uçağı da heyeti de… Cezalandırılırlar. Uçağa da el konulur. Bunu üzerine THK’dan ayrılma kararı alır Hürkuş.
Yine de havacılıktan kopamaz. Milli Savunma Bakanlığının Kayseri’de kurduğu uçak fabrikasında çalışmaya başlar. Yine bir ilke imza atar. Ankara – Kayseri arası ilk hava yolu uçuşunu gerçekleştirir. Fabrikadaki çalışmalar umut verse de ödenek verilmez… Fabrika kapatılır.
***
Yine vazgeçmez… THK’daki teknik şubeye geri döner. Uçak tasarlamaya başlar. İlk sivil uçağı yapmak ister. Yıllık iznini uzatarak, İstanbul’a gider. Kadıköy’de bir dükkân kiralar… Dört arkadaşıyla beraber VECİHİ XIV’ün yapımını üç ayda tamamlar orada.
1930’da Fikirtepe’de uçuşunu başarıyla gerçekleştirir. Basın oradadır. Tüm İstanbul, tüm memleket şahittir. Fakat iş sertifika almaya gelince, yine alamaz. Çünkü hâlâ bu sertifikayı verebilecek yetkinlikte bir kurum ve teknik altyapı yoktur. Fakat bu defa hazırlıklıdır. Yardımcısı Hamit Bey ile uçağı parçalarına ayırır. Ayırırken de gözyaşları döker… Uçağın parçaları Prag’a giden bir trene yüklenir. Kendisi de atlar trene. Çekoslovakya’da ‘Yaşasın Türk Tayyareciliği’ pankartlarıyla karşılanır… Vecihi’ye ödüller verilir. Çekler yardımcı olur, üç haftada monte edilir uçak. Test sürüşleri de başarılıdır. Vecihi Hürkuş, kendi yaptığı uçakla uçarak gelir vatanına…
Ancak uçağı yine uçuştan men edilir vatanında… Sadece bakanlığın verdiği uçakla uçabileceği söylenir. Yine alır şapkasını gider Hürkuş…
***
Uçar, uçak yapar ancak yine de gerçek bir uçak mühendisliği eğitimi almamıştır. 37’de Mustafa Kemal, ‘Vecihi’den yararlanmalı’ diyerek Almanya’da Weimar Mühendislik Mektebine gönderir onu. 39’da mezun olur Hürkuş ve ülkesine döner. Uçak mühendisliği ruhsatnamesi almak için bakanlığa başvurur. Reddedilir. Gerekçesi ise, ‘iki yılda mühendis olunmaz’… Uçuş sertifikasını verebilmekten aciz memleket, elindeki tek mühendise burun kıvırmıştır. Danıştay’a gider, uğraşır, didinir ve diplomasını onaylatır. Ancak bu defa kurum onu Van’a atar… Van’da uçabilen tek şey ise, kuşlardır… Yine hüsran, yine istifa…
***
42’de “Vecihi Havada” isimli bir kitap yazar.
1948’de “Kanatlılar” adlı dergiyi yayımlar.
Aklı fikri havadadır.
Havadan zirai ilaçlama, uçakla reklamcılık gibi işlerle ilgilenir.
1954’te ilk Türk sivil hava yolu şirketi olan HÜRKUŞ Hava Yollarını kurar ve maddi imkânsızlıklar yüzünden 65 yılında kapatmak zorunda kalır.
Artık yapabileceği bir şey de kalmamıştır.
73 yaşında hayata gözlerini yumar.
16 Temmuz 1969’da… Ay’a gidebilmek için APOLLO-11’in fırlatıldığı gün…
Tüm hayatı boyunca ülkesine hizmet etmek için çalışmış, di-dinmiş. Hayal etmiş, azmetmiş, sabretmiş, ne küsmüş ne vazgeçmiş… Ve bu memleket ondan faydalanamamış yeterince. Yazık…
***
Vecihi denilince Hep Şener Şen gelir akıllara… Gülen Gözler filmindeki o çılgın Vecihi…
Sakar bir pilottur. Hep güldürmüştür. Oysa Vecihi adını bu şekilde hatırlamak, anmak, Vecihi Hürkuş’u hâlâ tanımayanlara rastlamak acı ve düşündürücüdür…
Çünkü gerçek bir kahramandır Vecihi Hürkuş ve bizim sinemamız, böyle bir hikâyeyi değerlendirmekten acizdir. Gerçi Ağustos’ta birileri çekimlere başladı, bu iş için kolları sıvadı diye haberler de mevcuttu ancak henüz bir tarih söz konusu değil. Umarım kısa zamanda tamamlanır ve güzel, gerçek bir hikâye izleriz. En azından bu kadarını yapabilmeli…

Ankara'ya dev kütüphane

Pek çok Ankaralının ‘‘Bu bina ne olacak?’’ sorusuyla karşılaşınca şaşırdım. Meğer, kimse bilmez. Önünden geçince merak eder. Sonra da unutur...

31 Aralık 1999