1 yıl daha geride kaldı. İyisiyle kötüsüyle…
Reina katliamıyla başladı 2017… Tam 39 kişi katledildi.
Ardından İzmir’de bir hain saldırıyla sarsıldık. Fethi Sekin’in şahadeti, hepimizin yüreğini dağladı.
İlhan Cavcav’ı kaybettik. Onunla birlikte Gençlerbirliği de gitti. Yıkıldı yıkılacak koca çınar.
Kamunun devleri Varlık Fonu’na aktarıldı. Ziraat Bankası’ndan tut, Borsa İstanbul’a kadar…
Gazeteci Tayfun Talipoğlu’nu kaybettik. Keza usta oyuncu Halit Akçatepe’yi de.
Referanduma doğru giderken Hollanda krizi patlak verdi. Hani şu atlı itli hadise. Daha sonra Almanya ile de papaz olduk. Miting krizi çıktı. Söz konusu üç ülkenin de seçim öncesi dönemde söylemlerini sertleştirmesi üç hükümetin de işine yaradı. Seçimi atlatanların ‘canım kavga etmek istemiyor’ tavrı da dikkatten kaçmadı tabi.
Referandum mitingleri de yıla damgasını vurdu. Enteresan kampanyalar gördük.
Sonuç: %51,4 ile ‘evet’ çıktı. Türkiye şimdi 2019’da tamamen uygulamaya konmuş olacak Partili Cumhurbaşkanlığı sistemine gidiyor adım adım.
***
Referanduma kadar gündem kilitti. Hepimizin tek gündemi buydu. 16 Nisan sonrası 2017 daha da hareketli geçti. Özellikle sonlara doğru…
2016’da başlayan OHAL ve KHK’lar bugün olduğu gibi yine devam etti. Referandumdan 10 gün sonra 9 bin 103 polis açığa alındı.
Tunceli’de seçim sandıklarını taşıyan helikopterimiz düştü. 7 polis, 1 hakim, 1 asker ve 3 personel şehit oldu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan partisine yeniden üye oldu ve genel başkanlığa seçildi.
Beşiktaş üst üste 2. Kez şampiyon oldu.
Fenerbahçe ise Euroleague şampiyonu oldu.
Bir helikopter de Şırnak’ta düştü. Acı bir kazaydı. Bu defa 13 askerimiz şehit oldu. Kato’daki operasyonun kahramanları için ağladık.
14 Haziran’da MİT TIR’larının durdurulmasına ilişkin davada CHP’li Enis Berberoğlu tutuklandı.
CHP lideri Kılıçdaroğlu tepki olarak, 15 Haziran’da ‘adalet yürüşü’nü başlattı. Destekçileriyle, Güvenpark’tan İstanbul Maltepe Cezaevi’ne kadar yürüdü. Tam 25 gün sürdü ve Maltepe’de bir mitingle son buldu ‘adalet yürüyüşü’…
***
Bu arada bir de Katar krizi patlak verdi. Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn, sonra Yemen, Maldivler ve Libya'da Tobruk yönetimi doğalgaz zengini Katar ile tüm diplomatik ilişkileri askıya aldıklarını duyurdu. Araya girdik falan filan…
Tekerlekli Basketbol Milli Takımımız Avrupa Şampiyonu oldu.
11 Temmuz’da Fikret Hakan’ı kaybettik.
Kebapçı Selahattin skandalı patlak verdi. Bugün işler bambaşka…
15 Temmuz’un 1. Yıldönümünde eşi benzeri görülmemiş mitingler düzenlendi.
Kabine değişikliği oldu. Önceki kabineden 6 isim dışarıda kalırken 5’inin de görev yeri değişti.
Temmuz ayında bir de gök delindi. İstanbul’da son 32 yılın en yoğun yağmuru yağdı. Dolu, İstanbulluları perişan etti.
Derken Ağustos geldi… Akıncı Hava Üssü davası başladı.
Fatih Terim’in yerine Lucescu geldi.
Vatan Şaşmaz bir otel odasında öldürüldü.
Canımızı yakan bir başka hadise de Eren’in şehit edilmesi oldu. 15 yaşındaki Maçkalı Eren Bülbül, PKK’lılar tarafından vurulmuştu…
***
Sonbahar ise tam bir yaprak dökümüne sahne oldu.
22 Eylül’de Kadir Topbaş istifa etti. Arkası gelecekti…
S-400 için imzalar atıldı.
Barzani referanduma gitmek istedi. Tüm ikazlara rağmen gitti de… Ancak güvendiği dağlara kar yağdı. Başka bir deyişle o dağlar, Barzani’yi sattı. Söz dinlemedi, kaybetti.
Cumhurbaşkanı talimat verdi, TEOG kaldırıldı.
ABD, vize başvurularını askıya aldı.
Ampute Milli Takımımız Avrupa Şampiyonu oldu.
Bir kısmı İstanbul’da düzenlenen Eurobasket hepimizi heyecanlandırdı. 12 Dev Adam, pırıl pırıl bir kuşakla karşımıza çıktı. Gurur yaşattı, gelecek adına umut verdi.
Mehmetçik, İdlib’e girdi.
LYS, YKS oldu.
Deniz Baykal beyin kanaması geçirdi. Şimdi Almanya’da tedavi görüyor.
Bursa ve Balıkesir belediye başkanları da Topbaş gibi istifa etti. Ancak hiçbir istifa Gökçek’in istifası kadar konuşulmadı. 23,5 yıldır yürüttüğü Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığından istifa etti Gökçek. 27 yaşında bir Ankaralı olarak hâlâ şaşırıyorum. Elimde değil. Hiç gitmeyecek gibiydi…
Şampiyonumuzu kaybettik. Naim Süleymanoğlu 18 Kasım’da hayata gözlerini yumdu.
Yerli otomobil için aranan babayiğitler bulundu. 5 ortaklı oluşumun hedefi, ilk otomobili 2019’da üretmek… Yollarda olması ise 2021 olarak planlanıyor…
DAEŞ bitti.
Zarrab Davası başladı 28 Kasım’da… Hakan Atilla da yargılandı. Karar ise önümüzdeki ay çıkacak. Kılıçdaroğlu’nun iddiaları da yine 2018’e sarkması beklenen gündem maddelerinden biri.
Tam bu gündemin üzerine Trump’ın Kudüs kararı düştü. Karar bomba etkisi yarattı. İslam İşbirliği Teşkilatı hemen toplandı. İstanbul Deklarasyonu yayınlandı. ‘‘Filistin’in başkenti Doğu Kudüs’tür’’ denildi. Ancak asıl karşılık BM Genel Kurulunda verildi.
BAE Dışişleri Bakanı’nın Fahreddin Paşa’ya terbiyesizliği de 2017’nin son gündem maddelerindendi.
Suriye’de yaşananlar ve OHAL’le gelen KHK’lar ise yıl boyunca meselemiz oldu. 2018’de de olmaya devam edecek…
***
Unuttuğum, yer veremediğim şeyler de oldu… Acısıyla, tatlısıyla koca 1 yıl geride kaldı. Fırtına gibi bir yılı geride bıraktık. 50 yıl sonra dönüp bakıldığında hatırlanacak şeyler yaşadık.
Ve yine o sözü hatırladım… ‘‘Türkiye’den üç gün ayrılın. Haberleri takip etmeyin ve geri döndüğünüzde gündemde ne olduğuna bakın. Her şeyin tamamen değiştiğini görürsünüz. Sonra üç yıl ayrılın ve yine takip etmeden geri dönün. Hiçbir şeyin değişmediğini görürsünüz’’
Hayat aynen devam ediyor. 1 yıla dönüp bakınca bunu görüyorsunuz. Özellikle, kendi hayatınıza dair bir muhasebe yaptığınızda…
Bazılarımızın geleceğe dair umudu var, bazılarımız karamsar…
Ben bu yıla karamsar başlayıp, umutla tamamlayanlardanım.
Her ne kadar moral bozucu şeyler olsa da umudu kaybetmemek lazım.
Laf ü güzaf... boş laf, lakırdı anlamına gelir. Halen bir nazırı olmayan nazırlığımızın resmi sayfasına hoş geldiniz. Taleplerinizi yazılı olarak kapının altından iteleyiverin...
29 Aralık 2017 Cuma
22 Aralık 2017 Cuma
Çöplükten kütüphane filizlendi
Bilen bilir, Türközü İmrahor’da 1970’lerden kalma, eski bir tuğla fabrikası vardır.

15 - 16 sene, atıl halde akıbetini bekledi bu eski bina.
Yaklaşık bir buçuk yıl önce de Çankaya Belediyesi bu atıl haldeki binanın bulunduğu alan çöp toplama şantiyesine çevirmişti.
Binanın dış dokusu da korundu. İçine temizlik işçilerinin dinlenebileceği odalar yapıldı.
Ancak burada çalışan işçiler, vaziyeti bambaşka bir boyuta taşımış.
Çöpleri topladıktan sonra arta kalan zamanda, çay ve yemek molalarında oturup kitap okumaya başlamışlar.
7 ay boyunca çöpten topladıkları kitaplarla bir kütüphane oluşturmuşlar.
4 bin kitaptan oluşan ve giderek büyüyen bir kütüphane.
Hepsi çöpten çıkma değil tabi. İşçilerin kitap topladıklarını duyan ve kitaplarını bu kütüphaneye bağışlayan yardımseverler de var.
Güzel iş çıkarmışlar. Okumak iyidir. Meyvesi güzeldir.
İşçiler şimdi mesai bitiminde de koşa koşa kütüphaneye gelir olmuş.
Almışlar tadını…

‘‘Keşke daha önce başlasaydık’’ diyen mi ararsın, ‘‘Mesai bitsin de geleyim diye can atıyorum’’ diyen mi…
Aşağı yukarı 100 kişilik bir ekip ve giderek kalabalıklaşıyorlar.
Canla başla, kütüphaneyi zenginleştirmek için kitap topluyorlar. Daha da önemlisi bu kitapları okuyorlar, okumak için can atıyorlar…
Şimdi yeni hedefleri var:
Öncelikle kitap sayısını 5 bine çıkarmak istiyorlar.
Ve bu kitapları da ihtiyaç sahibi köy okullarına göndermek niyetindeler.
Bunun yanı sıra, bir çöp kamyonunu gezgin kütüphaneye çevirmek istiyorlar.
Çocukları bu kütüphanede ağırlamak da hedeflerden biri.
Yıllar yılı İncesu’da yaşarım.
Burada doğdum, büyüdüm…
Üniversiteyi de yine yakın bir muhitte okudum. Cebeci’de…
Velhasıl, kendimi bildim bileli bu çevrede dolaştım durdum yıllarca.
Bir Allah’ın kulundan, ‘Çankaya Belediyesinden memnunum’ lafını duymadım.
Ben de memnun değilim.
Ancak bu defa şaşırttılar.
Meğer Çankaya Belediyesinde, grevlerin, işten atmaların ve sıfıra yakın hizmet anlayışının yanı sıra böyle güzel şeyler de olabiliyormuş.
Tabi aslan payı yine buradaki işçilerin. Merakla, heyecanla okuyorlar… Dahası, çöplerden kitap toplayıp, temizleyip, köy okullarındaki çocukların da okuyabilmesi için çalışıyorlar.
Helal olsun.
8 Aralık 2017 Cuma
Para, şekerden tatlıdır
Vaktiyle İngilizler, İran’a şeker satmak istemişti.
Ancak satamadılar… Talep yoktu.
Çünkü İran’da çaya tatlandırıcı olarak üzüm veya hurma katılırdı.
İngilizler de çareyi talep üretmekte buldu. Onlara göre insanları şeker tüketmeye ikna etmenin güçlü bir yolu vardı. İranlıları zayıf bir noktadan yakalamanın…
Hemen İranlı mollalarla irtibata geçtiler. Dediler ki, ‘‘Halkın şeker tüketmesi için fetva verin, kazancın %10’unu sizinle paylaşalım’’
Mollalar teklife bayıldı. Öyle ki, Cuma hutbesinde şu vaazı verdiler; ‘‘Siz Allah’ın nimeti olan hurma ve üzümü nasıl olur da çaya katarsınız! Bundan böyle çaya şeker katacaksınız…’’
Halk anında reaksiyon verdi. Herkes çaya şeker atar oldu. İngilizler için işler bir anda yoluna girmişti. Talep oluşturabilmişlerdi.
Biraz kendilerine güvenerek, biraz da halkın şekere alıştığını düşünerek, mollalara söz verdikleri %10’luk pay konusunda kem küm etmeye başladılar. ‘‘İşlerimiz çok da iyi değil’’ gibi bahaneler ürettiler.
Para, şekerden de tatlıydı.
Mollalar baktı ki, İngilizler yan çiziyor… Yeni fetva verdiler…
‘‘Gâvur icadı şekeri, çaya katmak caiz değildir’’
İranlılar çılgın gibi evlerindeki şekerleri sokaklara döktü.
İngilizler, çareyi yeniden mollalarla masaya oturmakta buldu.
‘‘Tamam yeniden %10’luk payınızı verelim. Yeter ki şu fetvayı değiştirin’’
Ama düşmüşlerdi artık şark k
İngilizler kabul etti mecbur.
Ancak ortada bir sorun vardı. Son fetvada mollalar dedi ki, ‘‘Şeker gâvur işidir. Dökün sokağa!’’ Şimdi ne diyeceklerdi de insanlar yeniden evine şeker alacaktı? Ona da çözüm buldular.
Yeni fetva: “Biz size ‘çaya şeker katmayın’ dedik, ama ‘sokaklara dökün de’ demedik, şekeri sokağa dökmeyeceksiniz, şekeri çaya batıracak ve böylece gâvur icadı şekere boy abdesti aldırarak içeceksiniz!”
Halk bu fetvaya da harfiyen uymuştur!
Kıtlama şekerin âlâmet-i farikası da buradan gelir.
Kıtlama mollanın, imanı da kıtlama olur. Kabahat ise cahilindir.
Cahili aldatmak, kandırmak kolaydır.
Burada cahilden kasıt ise, aklını başkasına emanet edendir.
Gerçek Müslüman; okur, araştırır, sorgular… İman ve samimiyet bunu gerektirir.
Aklınızı, başkalarına emanet etmeyin aa dostlar.
Aksi takdirde, çaya şeker dahi attırmazlar adama!
Haftaya görüşmek üzere.
urnazının eline. Mollalar uyanık. %20 pay istediler.
Ancak satamadılar… Talep yoktu.
Çünkü İran’da çaya tatlandırıcı olarak üzüm veya hurma katılırdı.
İngilizler de çareyi talep üretmekte buldu. Onlara göre insanları şeker tüketmeye ikna etmenin güçlü bir yolu vardı. İranlıları zayıf bir noktadan yakalamanın…
Hemen İranlı mollalarla irtibata geçtiler. Dediler ki, ‘‘Halkın şeker tüketmesi için fetva verin, kazancın %10’unu sizinle paylaşalım’’
Mollalar teklife bayıldı. Öyle ki, Cuma hutbesinde şu vaazı verdiler; ‘‘Siz Allah’ın nimeti olan hurma ve üzümü nasıl olur da çaya katarsınız! Bundan böyle çaya şeker katacaksınız…’’
Halk anında reaksiyon verdi. Herkes çaya şeker atar oldu. İngilizler için işler bir anda yoluna girmişti. Talep oluşturabilmişlerdi.
Biraz kendilerine güvenerek, biraz da halkın şekere alıştığını düşünerek, mollalara söz verdikleri %10’luk pay konusunda kem küm etmeye başladılar. ‘‘İşlerimiz çok da iyi değil’’ gibi bahaneler ürettiler.
Para, şekerden de tatlıydı.
Mollalar baktı ki, İngilizler yan çiziyor… Yeni fetva verdiler…
‘‘Gâvur icadı şekeri, çaya katmak caiz değildir’’
İranlılar çılgın gibi evlerindeki şekerleri sokaklara döktü.
İngilizler, çareyi yeniden mollalarla masaya oturmakta buldu.
‘‘Tamam yeniden %10’luk payınızı verelim. Yeter ki şu fetvayı değiştirin’’
Ama düşmüşlerdi artık şark k
İngilizler kabul etti mecbur.
Ancak ortada bir sorun vardı. Son fetvada mollalar dedi ki, ‘‘Şeker gâvur işidir. Dökün sokağa!’’ Şimdi ne diyeceklerdi de insanlar yeniden evine şeker alacaktı? Ona da çözüm buldular.
Yeni fetva: “Biz size ‘çaya şeker katmayın’ dedik, ama ‘sokaklara dökün de’ demedik, şekeri sokağa dökmeyeceksiniz, şekeri çaya batıracak ve böylece gâvur icadı şekere boy abdesti aldırarak içeceksiniz!”
Halk bu fetvaya da harfiyen uymuştur!
Kıtlama şekerin âlâmet-i farikası da buradan gelir.
Kıtlama mollanın, imanı da kıtlama olur. Kabahat ise cahilindir.
Cahili aldatmak, kandırmak kolaydır.
Burada cahilden kasıt ise, aklını başkasına emanet edendir.
Gerçek Müslüman; okur, araştırır, sorgular… İman ve samimiyet bunu gerektirir.
Aklınızı, başkalarına emanet etmeyin aa dostlar.
Aksi takdirde, çaya şeker dahi attırmazlar adama!
Haftaya görüşmek üzere.
urnazının eline. Mollalar uyanık. %20 pay istediler.
1 Aralık 2017 Cuma
3 Aralık Dünya Engelliler Günü
Önümüzdeki Pazar, Dünya Engelliler Günü…
Bir gün değil, her gün hatırlamalı onları.
Günün maksadı da asla kısıtlanmamalı.
Ben şimdiden bir örnekle, söz konusu maksadı anlatabildiğim kadar anlatayım.
İsim isim, hikâye hikâye… Dibine kadar gerçek.
***
Osman Çakmak: Hayali futbolcu olmaktı. Şırnak’ta vatani görevini yaparken mayına bastı, sol bacağını dizinin altından kaybetti. Yine de hayalinden vazgeçmedi, futbolcu oldu. Tek ideali vatanına hizmet etmekti. Şimdi o, Avrupa Şampiyonu bir takımın kaptanı.
Feyyaz Gözaçık: Doğuştan tek bacağı olmamasına rağmen hayata sporla tutundu. Yüzme antrenörlüğü de yapıyor. Kayak ve basketbolda da çok başarılı.
Barış Telli: 4 yaşında sokakta futbol oynarken otomobilin altında kaldı. Bacağını kaybetti. Türkiye Ampute Futbol Süper Ligi'nin gol kralı oldu, milli takıma yükseldi. Sadece futbolda değil atletizmde de başarılar yakaladı. 100 metre, uzun atlama ve yüksek atlamada Türkiye şampiyonlukları elde etti.
Alican Kuruyamaç: Trafik kazası sonucu sağ ayağını kaybetti. Sıkı bir orta saha oyuncusu. Tam bir futbol tutkunu. O da ay yıldızlı formayı terletiyor.
Muhammet Yeğen: Bir bacağı kısa doğdu. TSK Engelliler Spor Kulübü’nün oyuncusu. O da bir şampiyon.
Rahmi Özcan: Sağ bacağı doğuştan engelli. Dile kolay, tam 12 kez ameliyat olmuş. En sonunda dizinden aşağısını kesmişler. Oda yeşil sahaların yıldızı.
Serkan Dereli: Doğuştan bir bacağı yok, ama golleri çok.
Fatih Şentürk: Motosiklet kazasında sol bacağını kaybetti. Şahinbey Belediyespor’un kazandırdığı yeteneklerden biri de o. Zımba gibi.
Fatih Karakuş: Çocukken yüksek gerilim hattına dokunmuş. Sol kolunu yitirmiş. Ampute Milli Futbol Takımının başarılı kalecisi.
Selim Karadağ: Bebekken yanlış bir iğne sonucu sol kolu gelişmemiş. Malatyalı, başarılı bir file bekçisi.
Kemal Güleş: 11 yaşındayken mahallede arkadaşlarıyla oynuyordu, bir inşaatta yıkım çalışması vardı. Kepçe aniden yuvasından fırladı, üstüne düştü. Sol bacağını dizüstünden kaybetti. O da TSK Engelliler Spor Kulübü’nün oyuncusu.
Ömer Güleryüz: Bebekken havale geçirdi, sol bacağı gelişmedi. Ama o da vazgeçmedi, pes etmedi.
Mehmet Yunsur: Çocukken tarlada ayağını saman makinesine kaptırdı. O da pes etmeyengillerden. Ömer ve diğerleri gibi o da bir şampiyon.
Uğur Özcan: Vatani görevini yapıyordu. Cudi’de mayına bastı. Sol bacağını dizinin altından kaybetti. Ay yıldızlılarımızın baş antrenörü.
***
Kiminin belası terör olmuş, kiminin iş kazası, kimi doğuştan…
Ama vazgeçmemişler.
Eve kapanmamışlar.
Tutkuyla hayata bağlanmışlar.
Herkes için umut olmuşlar.
Dört defa dünya üçüncülüğü, bir defa Avrupa ikinciliği, nihayetinde de Avrupa Şampiyonluğu.
Dahası da olacak inşallah.
Ama çoktan başardılar.
‘Artık benden bir şey olmaz’ diyen engelliler adına dediler ki, ‘Bizden şampiyon olur’
Biz potansiyel engellilere dediler ki, ‘Biz buradayız. Her zaman ve her yerde. Arkada kaldığımızı sanmayın. Yanınızdayız’
Ders verdiler. Umut verdiler.
Ben de bir potansiyel engelli olarak diyorum ki; biz de buradayız, yanınızdayız, destekçiniziz ve azminize hayranız.
3 Aralık Dünya Engelliler Günü’nü hep birlikte idrak edebilmek dileğiyle.
Haftaya görüşmek üzere.
Bir gün değil, her gün hatırlamalı onları.
Günün maksadı da asla kısıtlanmamalı.
Ben şimdiden bir örnekle, söz konusu maksadı anlatabildiğim kadar anlatayım.
İsim isim, hikâye hikâye… Dibine kadar gerçek.
***
Osman Çakmak: Hayali futbolcu olmaktı. Şırnak’ta vatani görevini yaparken mayına bastı, sol bacağını dizinin altından kaybetti. Yine de hayalinden vazgeçmedi, futbolcu oldu. Tek ideali vatanına hizmet etmekti. Şimdi o, Avrupa Şampiyonu bir takımın kaptanı.
Feyyaz Gözaçık: Doğuştan tek bacağı olmamasına rağmen hayata sporla tutundu. Yüzme antrenörlüğü de yapıyor. Kayak ve basketbolda da çok başarılı.
Barış Telli: 4 yaşında sokakta futbol oynarken otomobilin altında kaldı. Bacağını kaybetti. Türkiye Ampute Futbol Süper Ligi'nin gol kralı oldu, milli takıma yükseldi. Sadece futbolda değil atletizmde de başarılar yakaladı. 100 metre, uzun atlama ve yüksek atlamada Türkiye şampiyonlukları elde etti.
Alican Kuruyamaç: Trafik kazası sonucu sağ ayağını kaybetti. Sıkı bir orta saha oyuncusu. Tam bir futbol tutkunu. O da ay yıldızlı formayı terletiyor.
Muhammet Yeğen: Bir bacağı kısa doğdu. TSK Engelliler Spor Kulübü’nün oyuncusu. O da bir şampiyon.
Rahmi Özcan: Sağ bacağı doğuştan engelli. Dile kolay, tam 12 kez ameliyat olmuş. En sonunda dizinden aşağısını kesmişler. Oda yeşil sahaların yıldızı.
Serkan Dereli: Doğuştan bir bacağı yok, ama golleri çok.
Fatih Şentürk: Motosiklet kazasında sol bacağını kaybetti. Şahinbey Belediyespor’un kazandırdığı yeteneklerden biri de o. Zımba gibi.
Fatih Karakuş: Çocukken yüksek gerilim hattına dokunmuş. Sol kolunu yitirmiş. Ampute Milli Futbol Takımının başarılı kalecisi.
Selim Karadağ: Bebekken yanlış bir iğne sonucu sol kolu gelişmemiş. Malatyalı, başarılı bir file bekçisi.
Kemal Güleş: 11 yaşındayken mahallede arkadaşlarıyla oynuyordu, bir inşaatta yıkım çalışması vardı. Kepçe aniden yuvasından fırladı, üstüne düştü. Sol bacağını dizüstünden kaybetti. O da TSK Engelliler Spor Kulübü’nün oyuncusu.
Ömer Güleryüz: Bebekken havale geçirdi, sol bacağı gelişmedi. Ama o da vazgeçmedi, pes etmedi.
Mehmet Yunsur: Çocukken tarlada ayağını saman makinesine kaptırdı. O da pes etmeyengillerden. Ömer ve diğerleri gibi o da bir şampiyon.
Uğur Özcan: Vatani görevini yapıyordu. Cudi’de mayına bastı. Sol bacağını dizinin altından kaybetti. Ay yıldızlılarımızın baş antrenörü.
***
Kiminin belası terör olmuş, kiminin iş kazası, kimi doğuştan…
Ama vazgeçmemişler.
Eve kapanmamışlar.
Tutkuyla hayata bağlanmışlar.
Herkes için umut olmuşlar.
Dört defa dünya üçüncülüğü, bir defa Avrupa ikinciliği, nihayetinde de Avrupa Şampiyonluğu.
Dahası da olacak inşallah.
Ama çoktan başardılar.
‘Artık benden bir şey olmaz’ diyen engelliler adına dediler ki, ‘Bizden şampiyon olur’
Biz potansiyel engellilere dediler ki, ‘Biz buradayız. Her zaman ve her yerde. Arkada kaldığımızı sanmayın. Yanınızdayız’
Ders verdiler. Umut verdiler.
Ben de bir potansiyel engelli olarak diyorum ki; biz de buradayız, yanınızdayız, destekçiniziz ve azminize hayranız.
3 Aralık Dünya Engelliler Günü’nü hep birlikte idrak edebilmek dileğiyle.
Haftaya görüşmek üzere.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
Ankara'ya dev kütüphane
Pek çok Ankaralının ‘‘Bu bina ne olacak?’’ sorusuyla karşılaşınca şaşırdım. Meğer, kimse bilmez. Önünden geçince merak eder. Sonra da unutur...
31 Aralık 1999
-
Vaktiyle İngilizler, İran’a şeker satmak istemişti. Ancak satamadılar… Talep yoktu. Çünkü İran’da çaya tatlandırıcı olarak üzüm veya hur...
-
Bugün 10 Kasım. Tam 79 yıl evvel, Cumhuriyetin babası Mustafa Kemal Atatürk, ebedi âleme intikal etti. Giderken de, milletiyle omuz omuza ve...
