29 Eylül 2017 Cuma

AfD mi? Bir bu eksikti!

Almanya sonunda seçimini yaptı. Sandıktan yine Merkel galip çıktı ancak bu defa manşetler biraz farklı. Zira tablo, önceki 3 döneme benzemiyor.
Alman basını seçim sonuçlarını, ‘Acı Zafer’ ya da ‘Tarihi Kayıp’ gibi manşetlerle gördü.
Merkel’in başına olduğu Hristiyan Demokrat Birliği %8,5’luk oy kaybıyla da olsa 4. kez sandıktan birinci çıktı. %32,9 oy alan Merkel yine şansölye olacak.
Sosyal Demokratlar yine 2. sırada ise %5,2’lik oy kaybıyla, %20,5’te kaldı.
Peki Almanya’nın en büyük iki partisinin kaybettiği oylar nereye gitti?
Büyük ölçüde AfD kaptı bu oyları. Yani neo-naziler de diyebiliriz. Hitler’den bu yana ilk kez Bundestag’da (Alman Meclisi’nde) sandalye kazandılar… %12,6’lık oy oranıyla (94 sandalye) 3. parti olarak Meclis’te yerlerini aldılar.

AÇILIMI: ALMANYA İÇİN ALTERNATİF

2005’te kurulan aşırı sağcı Alman partisi Afd, neo-nazi söylemleriyle dikkat çekiyor. Malumunuz dünya sağa çekiyor. Bütün ülkeler, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere, aşırı sağcı-popülist bir yaklaşımın rüzgârına kapılmış vaziyette.
Bu rüzgâr Merkel’i de salladı ama yıkamadı.
Şu anda Almanya nasıl koalisyon kurulacağından ziyade, AfD nasıl bu kadar oy alabildi onu tartışıyor. Dünya ve piyasalar da bu gelişmeyi tedirginlikle seyrediyor.
Biz iki konuyu da birlikte ele alalım.
Her zamanki gibi Almanya’da koalisyon kurulacak.
Buradaki koalisyondan kötü bir şey anlamayın. 49’dan beri ülkeyi koalisyonla yönetiyorlar zaten. Ancak bu defa işleri o kadar kolay olmayacak gibi.
2. parti Sosyal Demokratlar, Merkel’in koalisyon için çalacağı ilk kapıydı. Ancak bu defa cevap farklı oldu. ‘‘Biz kurulacak hükümette yer almak istemiyoruz. Bugüne kadar bu yüzden kaybettik’’ diyerek koalisyon kapısını kapattı Schulz.
Merkel’in şimdi tek seçeneği var: Jamaika Koalisyonu
Kendi partisi Hristiyan Birliği %32,9
Ve iki ortak:
Hür Demokratlar (4. Parti) %10,7
Yeşiller (5. Parti) %8,9
386 sandalyeyle böyle bir üçlü koalisyon kurulması en güçlü ihtimal gibi görünüyor. Merkel, Aralık ayı ortasına kadar bu işi bitirmek istiyor.

AfD? TABİ Kİ HESABA KATILMIYOR

Merkel, kendisini vatan hainliğiyle suçlayan AfD ile aynı masaya oturmaz. İnşallah mecbur kalmaz.
Neo-naziler, koalisyona alınmayacak orası aşikâr da…
Nasıl oldu da bu kadar oy aldılar? Koalisyon kurulup kurulamamasından ziyade asıl tehlike bu adamlar. Bu adamların büyümesi.
Merkel her ne kadar, AfD’nin Almanya için sorun olmayacağını, kimsenin tedirgin olmaması gerektiğini söylese de neo-nazilere akan oyu engelleyemedi. Sadece o değil Sosyal Demokratlar da öyle.
Cevabı basit aslında. Alman vatandaşları bu iki büyük partiden bıktı ve seçimde onları cezalandırdı. Sağlam bir ders oldu. Acaba ortaya çıkan sonuçtan kendileri de ürkmüş müdür? Merak ediyorum. Gerçi AfD’nin aldığı oyları protesto etmek için baya sokaklara dökülenler var. Ürktüler desek de yeridir.

NEDEN BIKTIKLARINA GELİNCE

Hayat giderek pahalanırken ve maaşlar buna mukabil artmazken, sığınmacılara yapılan harcamalar seçmenin gözüne battı.
İşte tam bu noktada AfD devreye girdi. İki büyük partinin çözüm üretemediği, krizi yanlış yönettiği noktada AfD, ‘Polisimiz, sınırlarımızdan içeri gireni vursun’ çıkışıyla rüzgârı arkasına aldı.
Avrupalı giderek korkmaya ve hırçınlaşmaya devam ediyor. Zincirin son halkası Almanya oldu.
Hemen hemen hepsinin gerekçesi de ortak:
Sığınmacı sorunu, İslamofobi ve ekonomik sıkıntılar vs.
Kimi Almanlar da pek çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi AB çatısı altında yaşamanın kendi değerlerini gölgelediğini düşünüyor.
Daha da ayrıntılı bir izah için 17 Mart 2017 tarihli yazımı da bir köşeye sıkıştırmış olayım. http://www.gazetehabervaktim.com/avrupa-saga-cekiyor-2077yy.htm
İşte tüm bunlar içe dönme, özüne dönme arzusu oluşturuyor. ‘Yerli ve Milli’ bir söylem içine giren bu süreçte kazanıyor. Bunu geç de olsa gören Merkel, biraz bizimle de dalaşarak telafi içine girdi ama yeterli olmadı.
Tüm bu dalaşlar, bugün politik birer menfaat amacıyla yapılsa da toplumun tabanına yayıldığı anda (ki bence yayıldı) daha büyük bir tehlike oluşturur. AfD’nin bu seçimlerde aradan sıyrılması bu tehlikenin sadece başlangıcı.
Artık tüm dünyanın aşırı sağcı-popülist söylem karşısında mesajı alması şart. Bu noktada yapılması gereken; çözüm odaklı, kimlik kavgasından uzak politikalar yürütmek olsa gerek.
Nefret daha fazla nefreti doğuruyor.
Bunun sonu malum…
Herkes kaybeder. İnşallah Almanlar da durumdan yeterince ürkmüştür. Ürkmeliler…

22 Eylül 2017 Cuma

Hâlâ Tito'nun ekmeğini yiyorlar

Geçtiğimiz hafta Eurobasket heyecanı sona erdi. 12 Dev Adam turnuva boyunca bizi gururlandırırken, İstanbul da muhteşem bir finalin ve hikâyenin ev sahipliğini yaptı.
Gerek takımımız, gerekse Yugoslav ekolü şampiyonaya damga vurdu.
Bu arada basketbol seyircisinin de hakkını teslim edelim. Kadir kıymet biliyorlar.

12 DEV ADAM’DAN BAŞLAYALIM

Tepeden tırnağa hoş bir yönetim örneğine şahit olduk. Başta Hidayet Türkoğlu olmak üzere eski kadro yönetimde yerini aldı. Sürekli, ‘Türk basketbolunu nasıl daha iyi yerlere taşıyabiliriz?’ sorusu ve motivasyonuyla her çevreden fikir alan, genç, dinamik, oyunu ve organizasyonu bilen tanıyan bir yönetim anlayışı var. Bu anlayışın sahaya yansımasını görmek mümkün. Bu arada, organizasyon da gayet iyiydi. Misafir ülkeler İstanbul’dan memnun ayrıldı. Keşke futbolumuz da biraz bu anlayıştan nasiplense! Neyse sinir bozmayalım şimdi futbolla, biz baskete dönelim.
Önümüzdeki 10 – 15 yıla damga vurması beklenen pırıl pırıl bir oyuncu grubu var elimizde. NBA’deki gururumuz Cedi ve Furkan’ın başını çektiği bu kuşak, her maç sahadaki mücadelesiyle parmak ısırttı. Bas bas bağırdılar her maçta, ‘Biz boşuna buralara gelmedik’ dercesine.
Türk basketbolunun böyle gençler yetiştirebilmesi başlı başına gurur kaynağı. Ancak yetinmemeli daha fazlasını talep etmeli. Sadece sağlam mücadele değil sağlam oyun da gerek. Takımda teknik kapasite, hız, istek, iyi savunma… Ne ararsan var. Ancak tecrübe eksikliği de var. Maçın kırılma anlarında, olmaz hatalara kurban gidiyoruz. Son toplar el yakıyor.
Zamanla, takım tecrübe kazandıkça eksikler de kaybolacaktır yavaştan.
Öncelikle, oyun kurucu eksiğimiz var. Semih’in de alternatifini bulabilmiş değiliz.
Ancak Ufuk Sarıca’nın yönetiminde çok doğru yolda giden, umut veren bir takımımız var. Lütfen bu takıma her maçta sahip çıkıp destekleyelim. Bu çocuklar ‘yerli ürün’
Üstelik, basketbolda yabancı sayısının sınırsız olduğu ülkemizde yetiştiler. Yani, sınırlamakla değil üretmekle oluyor bu iş.
Bu arada bizim çocukların bir şanssızlığı var. Yugoslav ekolüne tosladılar. Bizim gibi onlar da kendi jenerasyonlarını yetiştiriyor. Üstelik onlar bu konuda gerçek gelenek sahipleri. Yani öteden beri bu konuda becerikliler. Bunlardan bazılarıyla karşılaştık, Sırbistan gibi. Bazılarıyla da karşılaşmadık ama izlerken parmak ısırttı onlar da. Özellikle Slovenya ve Hırvatistan.

GERÇEK BİR EKOL

Diğer mevzuları bilmem ama mevzu bahis spor (basketbolla sınırlarsak haksızlık olur) olunca, bu ülkeler hâlâ Yugoslavya’nın, Tito’nun ekmeğini yiyorlar.
Evet, Slovenya’nın şampiyonluğu sürpriz oldu. Herkes, İspanya veya Sırbistan gibi ağır topların yine şampiyon olacağını düşünüyordu. (Benim adayım İspanya’ydı) Ama Slovenya, bu rakiplerin ikisini de devirdi. Turnuvayı namağlup şampiyon bitirdi.
İşin özeti şuydu:
Grupta önce sıkı bir basketbol ülkesi Rusya ile karşılaştık ve yenildik.
Sonra Büyük Britanya’yı yenerek yola devam ettik.
Ardından Yugoslavya ile (Sırplarla) oynadık ve kaybettik.
Belçika’yı yenerek, gruptan çıkmayı garantiledik.
Gruptaki son maçta Letonya’ya kaybettik.
Son 16’da Turnuvanın ağır favorilerinden İspanyollarla oynadık ve yenildik.
Ancak onları da Yugoslavlar (Slovenya) yendi.
Finalde de Yugoslavya (Slovenya) bu defa Yugoslavya’yı (Sırbistan) yendi.
Ve şampiyon Slovenya.
Daha bu denkleme Hırvatistan, Karadağ, Makedonya ve Bosna-Hersek’i katmıyorum. Az önce saydığım ülkelerden bazıları arasında oynanan maçları da.

YUGOSLAV EĞİTİM SİSTEMİNİN SONUCU:

Sadece basketbolda 3 dünya, 1 olimpiyat ve 5 Avrupa şampiyonluğu kazandılar.
40 yıl geçti hâlâ üretiyorlar. Sporcu yetiştirebiliyorlar. Yetiştirdikleri sporcular hangi branşta olursa olsun zirvede oynuyor.
‘Adamlık’tan bahsetmek, edebiyat yapmak yerine performans ortaya koyuyorlar.
Örnek mi?
Bakınız; Teodosic’ler, Obradovic’ler, Bogdanovic’ler, Dragic’ler, Docic’ler, Modric’ler, Djokovic’ler… Hepsi Yugoslavgiller
Her ne kadar 12 Dev Adam’ın bu turnuvadaki performansı bizi gururlandırsa da genel anlamda bu ekolün yanına bile yaklaşamıyoruz.
Çok basit bir örnek:
Sloven basketbolcu Luka Doncic, final maçının hikâyesini yazanlardan biri oldu. Turnuvanın da açık ara en iyi oyuncularından biriydi.
Doncic sadece 18 yaşında…
Genç takımımızdan da genç…
Demek ki genç oyuncularla da yapılabiliyormuş…
En acısı da, Yugoslavgil ülkelerin toplam nüfusu 19 milyona yakın
Bizim sadece genç nüfusumuz 21 milyon.
Bütün mesele eğitim ve üretim. Ah bir anlayabilsek…
İşte o zaman, nice gurur ve zafer dolu turnuvalarımız olacak…




15 Eylül 2017 Cuma

Adım adım intihara gidiyorlar

Furkan Şen, 14 yaşında bir gurbetçi…
Almanya’da yaşıyordu ailesiyle.
Sözde bir bilgisayar oyunu, hayatına mal oldu…
Bir diğer gencimiz de Evrim Mertin. 24 yaşında, Gazi Üniversitesi öğrencisi… O da ‘Mavi Balina’ adlı oyunu oynamaya başladı. Oyun oynadığı süreçte davranışlarının değiştiği gözlenen Evrim de 5 Ağustos’ta intihar etti.

Evrim’in ailesi, sorumlular hakkında suç duyurusunda bulundu. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da soruşturmayı başlattı. Ailenin avukatı Mehtap Demirhan suç dilekçesinde, ‘‘Yurtdışında yasaklanan ‘Mavi Balina’ veya ‘Blue Whale’ olarak adlandırılan oyun, oyuncularını intihara sürükleyen bir oyun olup, Mertin’in intihar olayından sonra müvekkiller tarafından yapılan bazı araştırmalar ile Mertin’in son zamanlarındaki hal ve hareketlerinin bu oyunlar sonucu oluştuğunu göstermektedir. Öyle ki bu oyun 50 günlük bir oyun olup, oyunculardan derin olmayacak şekliyle kol ve bacakların kesilmesi, verilen süre boyunca kimse ile görüşmemesi, vücuda zarar verici şeyler yapılması gibi şeyler istenilmekte ve en son gün ise intihar edilmesi istenilmektedir. Oyun yöneticisi oyuncudan, bu görevlerin yapıldığının ispat edilmesini istemekte ve bu nedenle bilgisayar kamerası kullanılmaktadır. Evrim Mertin’in bacaklarında jiletle oluşturulmuş kesikler mevcuttur. Boynunda iple sıkılmış gibi iz bırakmış kızarıklık oluşmuştur” ifadeleri yer aldı
Daha önce de intihara sürüklediği gerekçesiyle hakkında soruşturma açılan ‘Mavi Balina’ adlı oyun kisvesi altında bir tuzağa kurban gitti gençlerimiz.
Furkan ve Evrim de son kurbanlar oldu.
Nasıl oluyor da gencecik insanlar, canına kıyabilecek noktaya geliyor?



NASIL BU NOKTAYA GELİYOR?

Sorunun cevabını arayan uzmanlar bir sosyal medya oyunun, çocukları intihara sürükleyebilme konusundaki ‘becerisine’ dikkat çekiyor.
Psikolog Erdinç Üstündağ, ‘‘Ergenlik dönemindeki birey, eğer herhangi bir gruba ait değilse ya da arkadaş ilişkisi kurmada sorun yaşıyorsa, yaşantısının bu bölümünde kendini en rahat ifade edebileceği, kimsenin onun gerçek kimliğini bilmediği bir sanal dünyada, istediğini yapma eğilimi içine giriyor. Bu tür oyunlar sayesinde varlığını göstermeye ve değerli olma duygusunu tatmin etmeye çalışıyor. Aileler çocuklarının oynadığı, girdiği siteleri mutlaka takip etmeli. Kahraman olmaya çalışan çocuk intihar ediyor”

YİNE Mİ BLACK MIRROR!

Haberleri okuduğumda ilk aklıma gelen, Black Mirror (Kara Ayna) dizisi olmuştu. Geçtğimiz Aralık’ta yayına giren 3. Sezonda yayınlanan, ‘Shut up and dance’ (Sus ve dans et) adlı bölümde Furkan’ın hikâyesine benzer bir hikâye ile karşılaşmıştık.
Dizide, 14 yaşındaki Kenny web kamerasından gizli görüntülerini çeken hacker’ların şantajına maruz kalıyor. Peşi sıra gelen talimatları yerine getiren Kenny’e sırayla türlü türlü suç işletiliyor. Önce silahlı bir banka soygunu gerçekleştiriyor çocuk. Ardından kendisi gibi şantaja maruz kalan bir adamla ormana parayı bırakmak üzere gidiyor ve burada gelen son talimat, ikilinin kavga etmesi. Sadece biri hayatta kalacak ve sırrı ifşa olmayacak.
Koca adam ve bir çocuk… Ölümüne kavga ediyorlar. Çocuk adamı öldürüyor. Tüm talimatları yerine getirmenin ve ölümden kurtulmanın biraz rahatlığı biraz da pişmanlığıyla ormandan ayrılırken, polisler gelip Kenny’i yakalıyor. Çünkü şantajcılar, tüm talimatları izlemesine rağmen Kenny’i hem ihbar hem de ifşa etmiştir.

Black Mirror'dan bir kare.

Tabi, Black Mirror her ne kadar yaşadığımız hayatların ve ulaşacağımız noktanın acı gerçeklerini tokat gibi yüzümüze indirse de, dizidir nihayetinde. Furkan ve Evrim’im durumu ise tamamen gerçek. Vaziyet ürpertiyor…
Bir musibet bin nasihatten evladır derler. Furkan ve Evrim’in sonu da ders olmalı. 10 Mart 2017 tarihli yazımda, (http://www.gazetehabervaktim.com/ivedilikle-izleyiniz-black-mirror-2055yy.htm)  yine bu köşeden dile getirmiştim. İvedilikle izlemeli bu diziyi.
Tıpa tıp, acı ve biraz da fazla gerçek olan, insanı ürperten bir hadiseler silsilesine şahitlik ediyoruz bu dizide.

6 AYDA 130 ŞÜPHELİ İNTİHAR

Dönelim sözde oyunumuza… Dilekçede belirtildiği gibi ‘Mavi Balina’ denen illet 50 gün boyunca giderek korkunç bir hal alan 50 görevden oluşuyor. Bazı görevlerde kendinizi sakatlamanız isteniyor.
Görevleri yerine getiremeyen, oyunu bitiremeyen kullanıcılara, ‘Öl, nasıl olsa yeniden doğacaksın’ düşüncesi zerk ediliyor.
Gerek ABD, gerekse Almanya, Fransa, İngiltere’de ebeveynlere yönelik uyarılar başladı. Zira bu ‘oyunun’ geçtiğimiz Mart ayında Rusya’da bir kızın intiharına daha sebep olduğu kanıtlandı. O günden bugüne, 6 ayda gerçekleşen 130 intihar vakasında yine bu ‘oyundan’ şüphe ediliyor.
Dikkat edin ahali, çocuklarımızı bir de oyun terörüne kurban vermeyelim.

8 Eylül 2017 Cuma

'Tek başıma bir partiyim'

Kimi ‘Yasakçı Vali’ olarak hatırlar onu, kimi ‘zıpkın’ diye tasvir eder, kimisi de ‘Süper Vali’ der. Halkın takdiri de sonuncusudur. Süper Vali’ydi Recep Yazıcıoğlu.
Tam 14 yıl evvel, 8 Eylül 2003’te şüpheli bir trafik kazasıyla ayrıldı aramızdan Türkiye’nin en genç valisi.
Aslında ayrılmış demem lazım. Zira, onun şöhretini ve kıymetini idrak edemeyecek kadar gencim. Ancak yıllar içinde Yazıcıoğlu’yla ilgili okuduklarım, izlediklerim, duyduklarım kendisinin ve hizmetlerinin daima baki kalacağını öğretti bana.

GÜZEL ADAM

Şen kahkahalı, çabuk parlayan, sözünü esirgemeyen, kalender bir adam…
Siyasetin ne sağına sığar, ne de soluna… Onun derdi memleketi, insanı...
1948’de Trabzon Köprübaşı’nda gelir dünyaya. Okul arkadaşlarından biri Adnan Kahveci diğeri de beşik kertmesi olan Meryem Yazıcıoğlu’ydu. Kaderini görmüştü ikisi de. Daha Yazıcıoğlu, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi son sınıftayken evlenmişlerdi.
İlk görev yeri Aydın’dı. 20 yaşında bir kaymakam vekili olarak atanır. 6 aylık çalışmadan elde ettiği deneyimini, gördüklerini şöyle özetler: Bürokrasi hastalığı. Ona göre devlet halktan kopmuştu.
Nihayetinde kaymakam olarak atanır. İlk görev yeridir Rize’nin Kanlıdere ilçesi. Oradan Adana Bahçe’ye sürülür. Derken sırasıyla, Ağrı Hamur, Çanakkale Ayvacık, Hatay Kırıkhan, Çorum Alaca ve Bolu Akçakoca’da kaymakamlık yapar.
Her gittiği yerde halk bağrına basar genç kaymakamı. Hikayesi çoktur. Tek tek yazmaya kalksam bu sütunlar almaz.

EN GENÇ VALİ

Her gittiği yerde Ankara’nın dikkatini üzerine çeker. Başta yaşı küçük gerekçesiyle Kenan Evren tarafından ret yemiştir. Ancak Özal’ın ısrarıyla 36 yaşında Türkiye’nin en genç valisi olarak Tokat’a atanır.
Hemen sıvar kolları Yazıcıoğlu, ilk iş eğitime el atar. Vali değil, şantiye şefi gibi çalışır. Kısa sürede 3-4 bin derslik açar. Burada yaptığı işler, Devlet Planlama Teşkilatına model, doktora tezlerine de konu olur. İcraatları çarpıcıdır. En genç valinin Tokat’ta yaptırdığı, ilkokul ve sağlık ocağı sayısı Cumhuriyet tarihi boyunca Tokat’ta yapılandan çok daha fazladır.
41 yaşında Aydın’a atanır. Tokat’taki eğitim ve sağlık hamlelerini burada da aynen uygular. Ancak burada birilerinin ayağına basmıştır. Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz Erzincan’a sürmüştür Yazıcıoğlu’nu.

SÜRGÜNDEN DOĞAN EFSANE

Erzincan görevi zorludur. Daha ayağının tozuyla o acı depremi yaşar. 6.8’den geriye kalan enkaz ağırdır. 8 ayda enkazı da şehri de ayağa kaldırır. Devletten aldığı yardımdan ziyade halkla el ele vererek yapar bunu.
Bir talihsizlik de Temmuz 93’te yaşanır. Sabaha karşı acı bir telefon uyandırır valiyi,  ‘‘Sayın valim, Başbağlar’da katliam olmuş’’ Köydeki manzara vahimdir. Kadın, erkek, çoluk, çocuk bir camide toplanıp katledilmiştir.
Katliamdan sonra geceleri kendi külüstür cipine atlar bir başına ücra köylerde dolaşır vali. Jandarmadan ya da emniyetten bir ihbar varsa bizzat oraya gider. Halkla bizzat konuşur, ilgilenir. Hepsi de ilk kez bir vali görmüştür.
Köylerde teröre engel olmak için şehirle köy arasında bir köprü inşa etmek ister. Eski köprünün olduğu yere, Kemaliye’ye. Devlet, her zaman her yere istediği gibi gidebilmelidir. ‘Gidemediğimiz yer bizim değildir’ der. Böylece, ‘Hayatımın projesi’ dediği köprü için sıvar kolları.
Keban Barajı’nın yapımı nedeniyle Fırat Nehri yutmuştur eski köprüyü. 30 yıl boyunca siyasilerin sözünü verip de yapamadığı köprü, 23 köyle bağlantı sağlayabilirdi. Ulaşım feribot ve salla yapılıyordu. Göl kenarında doğum nehri yapanlar, hastaneye yetişemeyip ölenler, terör… Köprü şarttı, hayattı, ama yapmak çok zordu.

Şantiye şefliğini yapar yine. Devletin, ‘1 trilyona mal olur’ dediği köprüyü, yine halkla el ele vererek 300 milyara bitirir. Üstelik 8 ayda.
Süper Vali, halkın sevgilisi olmuştur. Ancak dobra çıkışları başını ağrıtır. Liyakate önem veren Süper Vali, o dönemlerde emniyet müdürlerinin vali olarak atanmasından duyduğu rahatsızlığı dile getirerek, ‘‘Polisten vali olmaz’’ der.
Ankara bu çıkıştan rahatsızdır. Özellikle Saadettin Tantan.

BAŞARI CEZASIZ KALMAZ

Bir gece telefonu çalar. Arayan bir gazetecidir. Süper Vali, 9 yılın sonunda terfi beklerken merkeze çekildiğini öğrenir. Zoruna gider ama başı önünde derdini anlatmaya devam eder her yerde. 3 yıl kalır Ankara’da ve ardı arkası kesilmeyen siyasete giriş teklifler alır. Sırasıyla ANAP, DYP ve AK Parti çağrıda bulunur. Üçüne de cevabı aynıdır…
‘Ben tek başıma bir partiyim. Ne parti valisi olurum, ne de partici’
3 yılın sonunda Denizli’ye atanır. Heyecanlıdır fakat, gözünden rahatsızlık yaşamaya başlar. Tedavi için Ankara yolu gözükür. Devletin malını hiçbir şahsi işinde kullanmayan Süper Vali, Ziraat Odası Haldun Tellioğlu’na ‘gel beraber gidelim’ teklifinde bulunur. Tellioğlu da bir araba ayarlar, kendi araç kullanamadığı için çaycısını da şoför yapar.



ŞÜPHELİ KAZA

Araç, Ankara’ya 36 km kala, Temelli yakınlarında aşırı hızdan dolayı takla atar. Tellioğlu oracıkta hayatını kaybeder. Çaycı ise yara almadan kurtulur. Süper Vali ise, kaza raporuna göre araçtan fırlamıştır.
5 gün yoğunda bakımda kaldır Recep Yazıcıoğlu. Sevenleri hınca hınç doldurdu İbn-i Sina Hastanesi’nin önünü. Artık 55’indedir. Yorulmuştur. Yoğun bakımdan çıkamaz Süper Vali… Bir recep ayında geldiği dünyaya yine bir recep ayında veda eder.
Sevenlerinin kucağında ‘suikast miydi?’ sorusuyla  beraber, gözyaşı vardır…
Ancak çok değerli bir miras bırakır ardında. Yaptığı hizmetlerin bütünüyle ve söylemleriyle oluşturduğu bir miras.
Bir röportajından aldığım şu satırlardaki haklılığını ise kulağımıza küpe etmeliyiz.
‘‘Bizim yetişme tarzımızda, eğitim sistemimizde yasakçı bir anlayışı var. Tartışma, sorgulama, araştırma ve eleştiri yok. Halbuki ne sosyal alanda, ne teknik alanda mutlak doğru yoktur. Bizler hiçbir şeyden şüphe duymuyoruz. Üretici olamıyoruz. Bizler sadece bekliyoruz. Vali tebdili kıyafet giysin Denizli'yi kurtarsın. Başbakan Türkiye’yi kurtarsın. Böyle bir şey yok. Kurtarıcı halktır. Halkın örgütlü gücüdür, halkın katılımıdır. Problemler bu şekilde çözülür. Ama biz hep kurtarıcı, kurtar bizi ana, kurtar bizi baba gibi yetişme tarzımızdan kaynaklanan beleşçi bir yaklaşım içindeyiz. Bu nedenle bizden dinamik bir yapı, dinamik, özgür, üretken beyinler çıkmıyor’’
Süper bir vali geçti bu Anadolu’dan… Tam 14 yıl oldu. Unutmamalı…

1 Eylül 2017 Cuma

Bu pazarın enayisi biziz!

Sporda yeni sezon heyecanını yaşıyoruz üç haftadır. Heyecan diyorum çünkü bu ay bir kıpırdanma var.
Her geçen yıl, maç izleme tutkumu parça parça kaybetmek üzere olduğumu hissediyordum. Lâkin bu sene vaziyet biraz farklı. Bu sene futbolu da basketbolu da takip etmek istiyorum.
Milli takım önemli bir eşikte, merak ediyorum keskin virajı dönebilecekler mi?
Basketbolda ise İstanbul gerçek bir heyecana ev sahipliği yapacak. Avrupa Şampiyonasında pırıl pırıl genç arkadaşlar var. İlk maç bugün, rakip Rusya. Destek olmak lazım.
Bir Galatasaraylı olarak, sezona nasıl başladığımızdan bahsetmeye gerek bile duymuyorum. İştah açıyor.
Bendeniz de toplumun geri kalanı gibi tribünlerden biraz uzağım. Rahatıma düşkünüm. Bu mesafeyi ortadan kaldırmak için 19 Mayıs Stadyumu’nun yeniden inşa edilmesini milat belirledim kendime. Stad hazır olduğunda Gençler’den bir kombineye talibim. Şöyle maratondan temiz temiz maçımı izler, evimin yoluna düşerim. İstanbul ise benim için tam bir deplasman. Uzaktan izlemek daha güzel.
Sıkı bir futbol seyircisi olan Ankara seyircisi de büyük ölçüde benimle aynı fikirdedir. Yeterince kalabalığız ve hâlâ bekliyoruz… Neyse, o zamana dek televizyondan izlemeye devam.

ORADA DUR İŞTE

Ama bir dakika… Hangi maçı nereden, ne kadar izleyeceğiz?
Burada işler biraz karışıyor. ‘Maça gitsem daha ucuza gelir be kardeşim!’ Diyorsanız bendensiniz.
Kısa bir özet geçelim:
Temsilcilerimizin Avrupa maçlarını izlemek istiyorsanız, D-Smart ve Tivibu şart. Bazı maçları da TRT’den ücretsiz izler, paketi tamamlarsınız.
D-Smart’a üyelik aylık 29 liradan başlıyor. Tivibu ise aylık 39 liradan.
Lig maçları ise 99 liraya geliyor.
Ayıptır arkadaş! Biletler zaten pahalı. Ona hiç değinmedim bile. Bari şu lig maçlarını daha kabul edilebilir bir oranda tutun. Bu fiyatları görünce insan izlemekten vazgeçer tabi. Uzaklaşır.
Bu noktada beIN Sports’a da suç bulamıyorum. Zira, kantarın topuzunu kaçıran onlar değil, hak ettiğinden fazla değer gören kulüplerimiz. Tahmini 300 milyon dolarlık değeri olan bir yayın hakkına 600 milyon dolar ödendi. Şimdi de bu parayı abonelerden çıkarma derdindeler haklı olarak.
Ama beIN Sports burada aracı. Bu parayı bizden çıkaran, kulüplerimiz.
Bizim cebimizden çıkan bu paralarla; menajerleri ihya eden, devlete vergi ödemeyen, hepimizi kandıran kulüplerimiz, kulüp yöneticilerimiz…
HD, 4K, 3D yayınlar yapmak kolay değil, maliyetli iş. Yayıncı kuruluşa ilişkin beni rahatsız eden şey, daha uygun fiyatlarla bu maçları daha geniş bir kitleye yaymaktansa, mevcut kitlenin üzerine yüklenilmesidir.

YAPAN YAPIYOR! AL SANA ÖRNEK:

İngiltere’de aylık asgari ücret 5 bin 750 TL. Yayıncı kuruluş SkySports’un belirlediği ücret ise 30 liradan başlayarak 130 liraya kadar uzanıyor. Düşünün, dünyanın en çok izlenen ligi Premier Lig’de her gün 1 maç izlemek aylık 30 lira. 130 liralık pakette ise tüm dünyada hangi spor karşılaşması varsa hepsini izleyebiliyorsunuz.
Fransa’da aylık asgari ücret 6 bin 092 TL. Yine yayıncı kuruluşun beIN Sports olduğu Neymar’lı, Fransa Lig 1 keyfini yaşamaksa aylık 62 liraya geliyor. Kısacası Katarlı, bize gelince aslan kesiliyor.
İspanya’daki asgari ücret ise 3 bin 395 TL. Ronaldo’lu Messi’li La Liga’yı seyretmek için sadece 41.5 TL ödüyorsunuz.
İtalya’da da durum benzer. Orada asgari ücret uygulaması yok. Ülkenin yıllık ortalama geliri ise 7 bin 318 lira. Asgari ücret doğal olarak bu ortalamanın altındadır. Hadi yarı yarıya keselim. Düz, 3 bin 500 lira olsun asgari seviye. Seri A, Seri B, Şampiyonlar Ligi, UEFA Avrupa Ligi hepsi bir arada aylık sadece 58 TL ödüyorlar. En çok da bunu sevdim tüm maçlar tek pakette toplanmış.
Biz ise bin 313 lira asgari ücretle aylık 99 lira ödüyoruz. Avrupa’daki temsilcilerimizin karşılaşmaları hariç. Onlarla beraber 147 lirayı görüyor. Az evvel
bahsini ettiğimiz ülkelerle, ligimizdeki oyun kalitesinin farkından bahsetmiyorum bile.
90 dakikada 40 faul yapan takımların debelenmesini seyretmek için heyecan taşıyoruz yüreğimizde. Yazık bize. Endsütriyel futbolda taraftar değil müşteriyiz, eyvallah. Avrupalı da öyle. Ama bu pazarın tek enayisi bizmişiz gibi geldi bana!

Ankara'ya dev kütüphane

Pek çok Ankaralının ‘‘Bu bina ne olacak?’’ sorusuyla karşılaşınca şaşırdım. Meğer, kimse bilmez. Önünden geçince merak eder. Sonra da unutur...

31 Aralık 1999