Malumunuz son dönemde bir e-spor mevzusudur gidiyor. Bilmeyenler için Türkçesi şudur: Bilgisayar başında oyun oynamak.
İşte bu aktiviteye e-spor adı verildi. Artık sporu da pc başında yapıyoruz vesselam.
Bu işin başını ise League of Legends (Efsaneler Ligi) adında bir oyun çekiyor. Kullanıcılarının tabiriyle ‘LoL’
Riot’un 2009’da piyasaya çıkardığı bu oyun, şu anda 100 milyonlarca kişi tarafından çevrimiçi oynanıyor.
Dönen para da hiç fena değil hani. Riot Games Türkiye Müdürü Hasan Çolakoğlu, günümüzde 750 milyon dolar seviyesinde seyreden e-spor pazarının 2018 sonunda küresel çapta 1,9 milyar dolara seviyesine çıkacağını öngörüyor.
e-spor’un lokomotifi ise işte bu oyun: LoL
Pastanın en büyük payı Lol’e ait. Son dünya şampiyonasında 577 milyon dolarlık bir pazar oluşturdu tek başına.
NASIL BİR OYUN BU?
Kısa bir tanım yapmak gerekirse;
Yüzlerce savaşçı arasından bir tanesini seçip, 5 kişilik bir takıma dahil oluyorsunuz. Takımınızdakiler de sizin gibi. Kimi evinden bağlanıyor, kimi internet kafeden. Aynı şekilde karşınızda 5 kişilik bir takım buluyorsunuz.
Amaç, rakibin kalesini düşürmek. Bütün mesele bunu nasıl yapacağınız. Öyle gidip BAM BAM BAM dalamazsınız karşı tarafa. Taktik yapmalısınız. Kazanmak için hesap kitap, iletişim, yardımlaşma, yetenek ve konsantrasyona ihtiyacınız var.
Her hareketiniz önem taşır, takım oyunu gerekir. Ancak bu gerekliliğin ötesinde, takım olarak tek bir kişiye yenildiğiniz bir an da gelebilir. Bireysel olarak da takımınızın başını yakabileceğiniz gibi, oyunu taşıyan kahraman da olabilirsiniz.
Ya da tüm maçı forse ederseniz ama bir türlü oyunu bitiremezsiniz. Oyun sonlarına doğru bir hata yaparsınız, o pespaye rakip sizi bitirir.
League of Legends, tüm bu yönleriyle fena halde basketbola da futbola da benzer aslında. Öyle ki, futbol kulüplerimiz bu oyuna yatırım yapmaya başladılar.
Önce Beşiktaş atıldı bu işe. 2 yıl evvel ilk e-spor takımını kurdu. Mantıklı bir yatırım zira; az gider, çok gelir, bol reklam.
Arkasından Galatasaray ve Fenerbahçe de birer takım kurdu. Şimdi yurt dışından oyuncu bile transfer ediyorlar.
Bu yılın şampiyonası da geçtiğimiz günlerde tamamlandı. Türkiye Şampiyonu, 1907 Fenerbahçe oldu. Şimdi hedef dünya şampiyonluğu… Gerçi zor. Güney Kore şu anda bu oyunun kralı.
OLİMPİYATLARA DA GİRECEK GİBİ
Uluslararası Olimpiyat Komitesi, e-spor’u gündemine aldı. Olimpiyatların temelini oluşturan spor dallarından biri olan güreşin bile kaldırılmasını tartışan komite, reytingi çekici gelen e-spor’u oyunlar arasında dahil edebilir.
Gerekçelerini açıklayacak güçlü rakamlar da var. Düşünün, Kırkpınar Güreşlerini kaç kişi canlı izlemiştir? LoL, Ülker Sports Arena’daki her karşılaşmada stadı tıka basa dolduruyor 15’lik gençlerle. Tüm ülkede 15 – 25 yaş arasında ekseriyet bu oyunu oynuyor, maçlarını izliyor. Dünyanın birçok ülkesinde de tablo aynı.
Maksadım hor görmek değil. Ben de bir oyun tutkunuyum. Bilgisayarla tanıştığımdan beri hemen her türlü oyunu yıllarca keyifle oynadım. Hâlâ da oynadığım oyunlar var. League of Legends da bunlardan biri.
Ancak, son kertede işin boyutu değişti. Bu hep vardı ama LoL, bu bıçağın sivri ucu oldu. Artık, oyun spora dönüşmeye başladı. İşte bundan hayli rahatsızım.
Oyunu sevsem de, spor olarak kabul edilmesini sevmedim. Gençlerin bu oyuna gereğinden fazla vakit ayırması ise zaten başlı başına bir sorun. (Tamam gençler, biz de oynadık. Hâlâ da arada oynuyoruz ama fazla kaptırmayın) Siz yine spor denildiğinde, zihnen olduğu kadar bedenen de fayda sağlayacak spor branşlarına yönelin. Aman gözünüzü seveyim.
Laf ü güzaf... boş laf, lakırdı anlamına gelir. Halen bir nazırı olmayan nazırlığımızın resmi sayfasına hoş geldiniz. Taleplerinizi yazılı olarak kapının altından iteleyiverin...
25 Ağustos 2017 Cuma
18 Ağustos 2017 Cuma
Ne kadar? Nereye kadar?
Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) diyor ki, bu yılın ilk çeyreğinde küresel borç seviyesi 217 trilyon dolar. Bu bir rekor ve söz konusu miktar, tüm dünyanın 1 yıllık ekonomik döngüsünün %327’sine tekabül ediyor.
Kısacası, insanoğlu 1 üretiyorsa, 3 tüketiyor. Aradaki farkın kemiksiz yağsız net ağırlığı işte bu 217 trilyon dolar.
Bu makas yeni açılmadı. Ancak, bu yıl ki raporda ‘borç çevirme riski yüksek’ denilen gelişmekte olan ülkelere aman dikkat uyarısı yapıldı.
SENİN BENİM PARAM
Bunun farkında olmak, bunları bilmek lazım. Zira, bu paralar dünyanın neresine giderseniz gidin vatandaşın cebinden çıkar.
Kazandığın paranın bir kısmını vergi olarak devlete verirsin, devlet de senin yerine o parayı toplu şekilde sermayeye aktarır, bir kısmıyla da kendisi hizmet verir.
Cebindeki paranın bir kısmını da doğrudan tüketim amaçlı yine sermayeye bırakırsın. Karşılığında verdiğin şey ise emek ve zamandır. İşçi de olsan böyle, esnaf da olsan böyledir esasında.
Memnuniyetin ölçüsünde oy verir ya da ürün/hizmet satın alırsın, olmadığın zaman da ona göre rey verirsin.
OYNAYARAK KAZANILIYOR
Borcun giderek büyümesinin temel sebebi, parayla oynanmasından ileri geliyor. Amerika dahil birçok ülke, üretip para kazanmak yerine, parayla oynayarak parayı büyütmeyi tercih etti. Biz de bunlardan biriyiz.
Nasıl oluyor bu iş?
100 bin TL nakit paranız var diyelim.
Bu parayı yastık altında saklayacak haliniz yok.
Gidip bir bankada vadeli hesaba yatırıyorsunuz. Akşam bakıyorsunuz internet şubesinden, vadeli mevduatınızda 100 bin TL gözüküyor.
Ancak alkol nasıl şişede durduğu gibi durmuyorsa, para da o ekranda durduğu gibi durmuyor.
Banka senin verdiği o 100 bin liradan %10 kadarını tutuyor ve (bu oran değişebilir, merkez bankası bunu belirler) geri kalan %90’ını götürüp başka bir vatandaşa kredi olarak veriyor.
Krediyi yani senin 90 bin liranı alan vatandaş, bu parayla altına gıcır bir araba çekiyor. Bilmem kaç ayda o parayı bankaya ödemek kaydıyla.
Peki senin para nerede? Senin para, arabayı satan arkadaşta artık. Peki o ne yapıyor. O da parayı yastık altında saklayacak değil ya! Götürüp bankada yine vadeli hesaba yatırıyor.
- Yani sen ekranda 100 bin TL görüyorsun, bir aylık vadeli hesabında.
- 2. arkadaş senin paranla, altına 90 bin liralık araba çekti ve bunun için o bankaya 10 bin TL ödeyecek 36 ayda.
- 3. arkadaş ise, internet şubesinden bakınca 90 bin lira görüyor hesabında.
- Bankanın kasasında ise 100 bin liralık nakit var ve 36 ay sonunda 110 bin TL almış olacak.
Yani senin 100 bin lira paranla, 400 bin liralık bir nakit hacmi oluştu.
Bu sadece 3 kişinin döngüsü. Şimdi bunu binlerle, milyonlarla çarp.
Ve biz bunu ekonomide canlanma olarak tarif ediyoruz. Öyle mi cidden?
Diyelim ki gidip bankadaki 100 bin liranı çekmek istedin. Aynı anda arabayı satan adam da parasını çekmek istedi. Diğeri de, öbürü de, hepimiz hücum ettik.
İkinizin bankada alacağı toplam 190 bin TL
Ama bankada 100 bin TL nakit var. Haliyle banka batacak. Banka batınca herkesin parası yanacak.
BÜYÜMEK GÜZEL DE…
Bu senaryo ve benzeri türevlerle gerek bizde gerek dünyada yaşanan ekonomik krizlerin haddi hesabı yoktur.
Dünyadaki birçok ülkenin ekonomisi bu döngü üzerinden daha hızlı ve kaygan bir zemin üzerinde büyür. Bugün oluşan 217 trilyon dolarlık borçtaki aslan payının gelişmekte olan ülkelere ait olmasının sebebi budur.
Çünkü tüm politikacılar büyümeyi sever.
Büyümek için de borçlanmak gerekir.
Borçlandıkça da finans sektörü ve faizin mahkumu olursunuz.
Bağımsızlığınız sermayenin iki dudağı arasına sıkışır kalır.
NEREYE KADAR?
Vergi rekortmenleri listemize bir bakın. Bir tane üretici yok.
Başı çeken bankalar %40 yaptı. Kamu kurumları, yapı firmaları, enerji ithalatçıları, komisyoncular vs.
Üstelik bunların da, devlet eliyle yaptırılan yatırımların finansmanı sayesinde bu kadar kâr yaptığı söyleniyor. İyi de nereye kadar böyle gidecek?
Kısacası, insanoğlu 1 üretiyorsa, 3 tüketiyor. Aradaki farkın kemiksiz yağsız net ağırlığı işte bu 217 trilyon dolar.
Bu makas yeni açılmadı. Ancak, bu yıl ki raporda ‘borç çevirme riski yüksek’ denilen gelişmekte olan ülkelere aman dikkat uyarısı yapıldı.
SENİN BENİM PARAM
Bunun farkında olmak, bunları bilmek lazım. Zira, bu paralar dünyanın neresine giderseniz gidin vatandaşın cebinden çıkar.
Kazandığın paranın bir kısmını vergi olarak devlete verirsin, devlet de senin yerine o parayı toplu şekilde sermayeye aktarır, bir kısmıyla da kendisi hizmet verir.
Cebindeki paranın bir kısmını da doğrudan tüketim amaçlı yine sermayeye bırakırsın. Karşılığında verdiğin şey ise emek ve zamandır. İşçi de olsan böyle, esnaf da olsan böyledir esasında.
Memnuniyetin ölçüsünde oy verir ya da ürün/hizmet satın alırsın, olmadığın zaman da ona göre rey verirsin.
OYNAYARAK KAZANILIYOR
Borcun giderek büyümesinin temel sebebi, parayla oynanmasından ileri geliyor. Amerika dahil birçok ülke, üretip para kazanmak yerine, parayla oynayarak parayı büyütmeyi tercih etti. Biz de bunlardan biriyiz.
Nasıl oluyor bu iş?
100 bin TL nakit paranız var diyelim.
Bu parayı yastık altında saklayacak haliniz yok.
Gidip bir bankada vadeli hesaba yatırıyorsunuz. Akşam bakıyorsunuz internet şubesinden, vadeli mevduatınızda 100 bin TL gözüküyor.
Ancak alkol nasıl şişede durduğu gibi durmuyorsa, para da o ekranda durduğu gibi durmuyor.
Banka senin verdiği o 100 bin liradan %10 kadarını tutuyor ve (bu oran değişebilir, merkez bankası bunu belirler) geri kalan %90’ını götürüp başka bir vatandaşa kredi olarak veriyor.
Krediyi yani senin 90 bin liranı alan vatandaş, bu parayla altına gıcır bir araba çekiyor. Bilmem kaç ayda o parayı bankaya ödemek kaydıyla.
Peki senin para nerede? Senin para, arabayı satan arkadaşta artık. Peki o ne yapıyor. O da parayı yastık altında saklayacak değil ya! Götürüp bankada yine vadeli hesaba yatırıyor.
- Yani sen ekranda 100 bin TL görüyorsun, bir aylık vadeli hesabında.
- 2. arkadaş senin paranla, altına 90 bin liralık araba çekti ve bunun için o bankaya 10 bin TL ödeyecek 36 ayda.
- 3. arkadaş ise, internet şubesinden bakınca 90 bin lira görüyor hesabında.
- Bankanın kasasında ise 100 bin liralık nakit var ve 36 ay sonunda 110 bin TL almış olacak.
Yani senin 100 bin lira paranla, 400 bin liralık bir nakit hacmi oluştu.
Bu sadece 3 kişinin döngüsü. Şimdi bunu binlerle, milyonlarla çarp.
Ve biz bunu ekonomide canlanma olarak tarif ediyoruz. Öyle mi cidden?
Diyelim ki gidip bankadaki 100 bin liranı çekmek istedin. Aynı anda arabayı satan adam da parasını çekmek istedi. Diğeri de, öbürü de, hepimiz hücum ettik.
İkinizin bankada alacağı toplam 190 bin TL
Ama bankada 100 bin TL nakit var. Haliyle banka batacak. Banka batınca herkesin parası yanacak.
BÜYÜMEK GÜZEL DE…
Bu senaryo ve benzeri türevlerle gerek bizde gerek dünyada yaşanan ekonomik krizlerin haddi hesabı yoktur.
Dünyadaki birçok ülkenin ekonomisi bu döngü üzerinden daha hızlı ve kaygan bir zemin üzerinde büyür. Bugün oluşan 217 trilyon dolarlık borçtaki aslan payının gelişmekte olan ülkelere ait olmasının sebebi budur.
Çünkü tüm politikacılar büyümeyi sever.
Büyümek için de borçlanmak gerekir.
Borçlandıkça da finans sektörü ve faizin mahkumu olursunuz.
Bağımsızlığınız sermayenin iki dudağı arasına sıkışır kalır.
NEREYE KADAR?
Vergi rekortmenleri listemize bir bakın. Bir tane üretici yok.
Başı çeken bankalar %40 yaptı. Kamu kurumları, yapı firmaları, enerji ithalatçıları, komisyoncular vs.
Üstelik bunların da, devlet eliyle yaptırılan yatırımların finansmanı sayesinde bu kadar kâr yaptığı söyleniyor. İyi de nereye kadar böyle gidecek?
11 Ağustos 2017 Cuma
Yapay zeka tartışmasında kim haklı?
Son günlerde teknoloji dünyasında en büyük tartışma konusu yapay zekâ.
Malumunuz, Facebook geçenlerde yapay zekâ projesinin fişini çekiverdi. Çünkü ürettikleri yapay zekâ, bir başka yapay zekâ ile kendi dilini oluşturdu. Hiçbirimizin bilmediği bu dil üzerinden iki yapay zekânın birbiriyle iletişim kurması Facebook’u korkuttu ve şak diye kapattılar sistemi.
HANGİSİ HAKLI?
Şu anda teknoloji dünyası ikiye bölünmüş vaziyette. Bir taraf, yapay zekânın insanlığın ilerlemesine katkı sunacağını savunurken diğer taraf, yapay zekânın kontrol edilemeyeceğini ve bu yüzden çok tehlikeli olduğunu söylüyor.
Örneğin Zuckerberg’e göre, yapay zekâ teknolojisinden bu kadar kolay vazgeçmemeliyiz. Bu teknoloji hepimizin dünyasında çok önemli bir katkı sunabilir.
Ancak teknoloji dünyasının bir başka babayiğidi Tesla’nın CEO’su Elon Musk’a göre, kanunlar bu işe sınır koymalı, aksi takdirde başa çıkamayız.
Bu iki karşıt görüş bana Person of Interest dizisini hatırlattı. Baştan sona izlememekle beraber, oradaki mevzunun temelinde de bu tartışma yatıyor. Finch adlı üstadımız, yapay zekâyı tasarladıktan uygulamaya geçirdikten sonra onun kullanılmaması gerektiğine karar veriyor. O da Musk gibi düşünüyor. ‘Sürekli gelişime açık ve karşı konulamaz bir dehanın üstesinden gelebileceğini düşünmek, yalnızca insana has bir kibirdir’ sözleriyle tehdidi güzel ifade ediyor. (Finch %100 haklı. Aksini iddia edenin alnını garışlarım)
KONTROLÜ ZOR BİR SİLAH
Ulen, prizden fişini çektiğim alet mi bana hükmedecek demeyin. Bugün evlerimizde kullandığımız akıllı buzdolabından televizyonuna kadar her şeyi size saldırı amaçlı kullanabilecek bir siber dünyadayız. Amerika’da bu yöntemle gerçekleştirilen son saldırı, ülke ekonomisinde milyar dolarlara mal oldu.
Hali hazırda dünyanın en iyi poker oyuncusunu canlı yayında mağlup edebilen bir robottan bahsediyoruz. Birkaç yıl sonra kaydedilecek ilerlemeyi kimse tahmin bile edemiyor. Gelinen noktadan ziyade varılacak olan nokta insanları endişeye sevk ediyor.
Ancak insanoğlunun gözü kara. Belki de az önce bahsini ettiğimiz kibirden, belki de ilerlemeye duyduğu arzudan, açlıktan. Hangisi olduğuna siz karar verin.
İNANALIM MI?
Yapay zekâdan korkulmaması gerektiğini söyleyenlerin argümanı da şu: Bu teknoloji dünya ekonomisine trilyonlarca dolarlık katkı sağlayacak.
Uluslararası danışmanlık şirketi PWC’ye göre, yapay zekânın katkılarıyla ekonomi 2030 yılına gelindiğinde olması gerekenden %14 daha fazla büyüyecek. Yani dünya 13 yılda 15,7 trilyon dolar kâr edecek. Çünkü Yapay zekâ sayesinde verimlilik artacak, ürün kalitesi artacak ve tüketim artışı yaşanacak. En büyük ilerleme de sağlık sektöründe kaydedilecek. Ardından sırasıyla; otomotiv, finansal hizmetler, ulaşım, lojistik, iletişim ve eğlence geliyor.
Ancak bazı soruların cevabını veremiyorlar. Mesela, bu 15,7 trilyon dolar nasıl dağılacak? Ne kadar adaletli olacak? Olmayacağı kesin. Bu konuda karamsarım. Cevap aradıkları bir soru daha var: Acaba elde edilen gelirler işsizlik fonu oluşturulabilir mi? Yapay zekânın işsizliği beraberinde getireceği besbelli. Çözümü ise henüz ortada yok. Ama harıl harıl çalışıp cevabı arıyorlar.
Gördüğünüz gibi, Amerika’da bu konu üzerine yapılan tartışmalar benim yaptığım gibi dizilerden ya da bilim kurgu filmleri üzerinden değil, ekonomik gerçekler üzerinden yapılıyor.
Dünya giderek daha hızlı dönmeye başladı. Değişimin kendisi bile değişmeye başladı. Çünkü eskisinden çok daha hızlı cereyan eder oldu. Marx’ın yabancılaşmasının farklı bir versiyonu ile karşı karşıyayız. Postmodern dünya hayli garip dostum.
Teknolojinin geldiği nokta hem hayranlık uyandırıyor hem de ürkütüyor.
Ancak boş verin bunları.
Hep beraber hoşaf içelim biz.
İyi gelir.
Malumunuz, Facebook geçenlerde yapay zekâ projesinin fişini çekiverdi. Çünkü ürettikleri yapay zekâ, bir başka yapay zekâ ile kendi dilini oluşturdu. Hiçbirimizin bilmediği bu dil üzerinden iki yapay zekânın birbiriyle iletişim kurması Facebook’u korkuttu ve şak diye kapattılar sistemi.
HANGİSİ HAKLI?
Şu anda teknoloji dünyası ikiye bölünmüş vaziyette. Bir taraf, yapay zekânın insanlığın ilerlemesine katkı sunacağını savunurken diğer taraf, yapay zekânın kontrol edilemeyeceğini ve bu yüzden çok tehlikeli olduğunu söylüyor.
Örneğin Zuckerberg’e göre, yapay zekâ teknolojisinden bu kadar kolay vazgeçmemeliyiz. Bu teknoloji hepimizin dünyasında çok önemli bir katkı sunabilir.
Ancak teknoloji dünyasının bir başka babayiğidi Tesla’nın CEO’su Elon Musk’a göre, kanunlar bu işe sınır koymalı, aksi takdirde başa çıkamayız.
Bu iki karşıt görüş bana Person of Interest dizisini hatırlattı. Baştan sona izlememekle beraber, oradaki mevzunun temelinde de bu tartışma yatıyor. Finch adlı üstadımız, yapay zekâyı tasarladıktan uygulamaya geçirdikten sonra onun kullanılmaması gerektiğine karar veriyor. O da Musk gibi düşünüyor. ‘Sürekli gelişime açık ve karşı konulamaz bir dehanın üstesinden gelebileceğini düşünmek, yalnızca insana has bir kibirdir’ sözleriyle tehdidi güzel ifade ediyor. (Finch %100 haklı. Aksini iddia edenin alnını garışlarım)
KONTROLÜ ZOR BİR SİLAH
Ulen, prizden fişini çektiğim alet mi bana hükmedecek demeyin. Bugün evlerimizde kullandığımız akıllı buzdolabından televizyonuna kadar her şeyi size saldırı amaçlı kullanabilecek bir siber dünyadayız. Amerika’da bu yöntemle gerçekleştirilen son saldırı, ülke ekonomisinde milyar dolarlara mal oldu.
Hali hazırda dünyanın en iyi poker oyuncusunu canlı yayında mağlup edebilen bir robottan bahsediyoruz. Birkaç yıl sonra kaydedilecek ilerlemeyi kimse tahmin bile edemiyor. Gelinen noktadan ziyade varılacak olan nokta insanları endişeye sevk ediyor.
Ancak insanoğlunun gözü kara. Belki de az önce bahsini ettiğimiz kibirden, belki de ilerlemeye duyduğu arzudan, açlıktan. Hangisi olduğuna siz karar verin.
İNANALIM MI?
Yapay zekâdan korkulmaması gerektiğini söyleyenlerin argümanı da şu: Bu teknoloji dünya ekonomisine trilyonlarca dolarlık katkı sağlayacak.
Uluslararası danışmanlık şirketi PWC’ye göre, yapay zekânın katkılarıyla ekonomi 2030 yılına gelindiğinde olması gerekenden %14 daha fazla büyüyecek. Yani dünya 13 yılda 15,7 trilyon dolar kâr edecek. Çünkü Yapay zekâ sayesinde verimlilik artacak, ürün kalitesi artacak ve tüketim artışı yaşanacak. En büyük ilerleme de sağlık sektöründe kaydedilecek. Ardından sırasıyla; otomotiv, finansal hizmetler, ulaşım, lojistik, iletişim ve eğlence geliyor.
Ancak bazı soruların cevabını veremiyorlar. Mesela, bu 15,7 trilyon dolar nasıl dağılacak? Ne kadar adaletli olacak? Olmayacağı kesin. Bu konuda karamsarım. Cevap aradıkları bir soru daha var: Acaba elde edilen gelirler işsizlik fonu oluşturulabilir mi? Yapay zekânın işsizliği beraberinde getireceği besbelli. Çözümü ise henüz ortada yok. Ama harıl harıl çalışıp cevabı arıyorlar.
Gördüğünüz gibi, Amerika’da bu konu üzerine yapılan tartışmalar benim yaptığım gibi dizilerden ya da bilim kurgu filmleri üzerinden değil, ekonomik gerçekler üzerinden yapılıyor.
Dünya giderek daha hızlı dönmeye başladı. Değişimin kendisi bile değişmeye başladı. Çünkü eskisinden çok daha hızlı cereyan eder oldu. Marx’ın yabancılaşmasının farklı bir versiyonu ile karşı karşıyayız. Postmodern dünya hayli garip dostum.
Teknolojinin geldiği nokta hem hayranlık uyandırıyor hem de ürkütüyor.
Ancak boş verin bunları.
Hep beraber hoşaf içelim biz.
İyi gelir.
4 Ağustos 2017 Cuma
Sizce dünyadaki en büyük tehdit nedir?
Amerikan Araştırma Enstitüsü PEW, tüm dünyada bir anket yapmış.
Yapılan ankette, dünya kamuoyunun tehdit algılaması araştırılmış.
Kim, en çok neyden, niye korkuyor?
38 ülkede 42 bin kişiye sorulmuş: Sizce dünyadaki en büyük tehdit nedir?
ABD ve Avrupa ülkeleri başta olmak üzere 18 ülke, DEAŞ'ı en büyük tehdit olarak görüyormuş.
Mesela Almanlar için 1 numaralı tehlike %77 ile DEAŞ.
2. sırada %66'lık oranla siber saldırıları tehlikeli görüyorlar.
3. sırada ise %63 ile iklim değişikliği geliyor.
Mülteciler ise sıralamanın hayli gerisinde, Almanların %28'i onları bir tehdit olarak algılıyor.
İklim değişikliği ise daha ziyade Güney Amerika ve Afrika ülkelerinin öncelikli kaygısı olarak göze çarpıyor.
Ancak bu konuda başı çeken ülke ise %89'luk oranla İspanya.
Yunanların %88'i dünya ekonomisinin durumunu başlıca tehdit olarak görüyor.
Yüksek bir oran. Sütten ağızları yandı tabi. Korkuyorlar.
Ekonomik olarak yine bin beter vaziyetteki Venezuela'da ise %56'lık kesimin en çekindiği mevzu yine ekonomi.
(Maduro ve can güvenlikleri onlar için ilk sırada olsa gerek)
Polonyalılar ve Macarların üçte ikisi mültecilerin kaynağı olarak Suriye ve Irak'ı kendileri için elzem tehdit olarak değerlendirmiş.
Tüm bu ülkeleri dışarıdan gözlemlediğimiz kadarıyla verilen cevapların hepsi anlaşılır.
Rakamlar kafada oturuyor.
Gelelim bize
Milletimiz, bu soruya %72 ile Amerika Birleşik Devletleri cevabını vermiş.
Her konuda olduğu gibi bu konuda da ekseriyete tabi değiliz.
Tüm dünyada ABD'nin politikalarını 1 numaralı tehdit olarak değerlendiren tek ülke Türkiye.
Şimdi sorunlarımızı şöyle bir gözden geçirelim:
FETÖ ve PKK haricinde hemen hemen bütün meselelerimiz az önce bahsini ettiğimiz ülkelerle ortak.
Mesela, DEAŞ'tan en çok zarar gören ülkelerden biriyiz. Nice şehit verdik.
İklim değişikliğine ise son günlerde İstanbul'da yaşananları örnek gösterebiliriz.
İstanbullular tabiatın yaşattıkları karşısında aciz kaldı.
Bizse buradan izlediklerimizle ürktük.
Bir diğer sıkıntı mülteciler ve ekonomiye dair endişeler.
3 milyon mülteci var ülkemizde!
Mülteciler ve ekonomiye dair bir parametre göstermeye gerek bile duymuyorum.
Biz tehdidi doğrudan kucağımızda görüyoruz zaten.
Bizim insanımız diğer ülkelerdeki gibi öyle tehdidi önceden görüp, aa bak bu başımızı ağrıtabilir demiyor.
Bence '%72 ABD'nin politikaları' cevabı burada saklı.
Bize göre tehdit, kapıda değil.
Ya da ilerideki köşede caminin karşısında beklemiyor bizi.
Biz bu tehditlerle kol kola yürüyoruz zaten.
Millet olarak sorunun kaynağına bile inmişiz.
Köy şehir fark etmeksizin, okumuş okumamış fark etmeksizin hepimizin cevap belli: Hep Amariga'nın oyunları bunlar.
İşin civcivli yanı tüm bu tehditlerin arkasında da gerçekten Amerika var.
Peki onun arkasında kim var? Sakın biz olmayalım…
DEAŞ, FETÖ, PKK, ekonomiye sokulan çomaklar... (Hatta iklim değişikliği ve depremler. Gerçi bu kısma katılmıyorum ama)
Eyvallah. Tehditlerin önemli bir kısmının kaynağı ABD'nin politikaları diyelim. Kabul.
Ama şu soruları da sormak lazım.
ABD sadece bize karşı mı tehlikeli politikalar yürütüyor?
Ya da ABD dışında bize yönelik tehdit oluşturan başka devletler yok mu? (Kafadan 5 tane sayarız hepimiz)
ABD başka ülkelere de yönelik böyle politikalar yürütüyorsa onlar neden farkında değil? Mahallenin tek uyanığı biz miyiz? Neden kendisi için bir numaralı tehdit olarak ABD'yi görüyor insanımız? Başka toplumlar neden bunu görmüyor? Sebebi 15 Temmuz'u yaşamış olmamız mı? Bence değil.
Biz neden sorunu önce kendimizde aramak yerine, Amariga'nın oyunları deyip işin içinden çıkıyoruz? Nasıl oluyor da bahanelerin arkasına bu kadar kolay saklanıyoruz?
Çünkü sorunu dışarıda görmek işimize geliyor. Oysa sorun içeride.
Millet olarak kendi kendimizi sorgulamayı öğrenemedikçe, o %72'lik oran hiç düşmeyecek.
En acısı da bu. Kendi geleceğimizi kendimiz tehdit ediyoruz ve bunun farkında bile değiliz.
Yapılan ankette, dünya kamuoyunun tehdit algılaması araştırılmış.
Kim, en çok neyden, niye korkuyor?
38 ülkede 42 bin kişiye sorulmuş: Sizce dünyadaki en büyük tehdit nedir?
ABD ve Avrupa ülkeleri başta olmak üzere 18 ülke, DEAŞ'ı en büyük tehdit olarak görüyormuş.
Mesela Almanlar için 1 numaralı tehlike %77 ile DEAŞ.
2. sırada %66'lık oranla siber saldırıları tehlikeli görüyorlar.
3. sırada ise %63 ile iklim değişikliği geliyor.
Mülteciler ise sıralamanın hayli gerisinde, Almanların %28'i onları bir tehdit olarak algılıyor.
İklim değişikliği ise daha ziyade Güney Amerika ve Afrika ülkelerinin öncelikli kaygısı olarak göze çarpıyor.
Ancak bu konuda başı çeken ülke ise %89'luk oranla İspanya.
Yunanların %88'i dünya ekonomisinin durumunu başlıca tehdit olarak görüyor.
Yüksek bir oran. Sütten ağızları yandı tabi. Korkuyorlar.
Ekonomik olarak yine bin beter vaziyetteki Venezuela'da ise %56'lık kesimin en çekindiği mevzu yine ekonomi.
(Maduro ve can güvenlikleri onlar için ilk sırada olsa gerek)
Polonyalılar ve Macarların üçte ikisi mültecilerin kaynağı olarak Suriye ve Irak'ı kendileri için elzem tehdit olarak değerlendirmiş.
Tüm bu ülkeleri dışarıdan gözlemlediğimiz kadarıyla verilen cevapların hepsi anlaşılır.
Rakamlar kafada oturuyor.
Gelelim bize
Milletimiz, bu soruya %72 ile Amerika Birleşik Devletleri cevabını vermiş.
Her konuda olduğu gibi bu konuda da ekseriyete tabi değiliz.
Tüm dünyada ABD'nin politikalarını 1 numaralı tehdit olarak değerlendiren tek ülke Türkiye.
Şimdi sorunlarımızı şöyle bir gözden geçirelim:
FETÖ ve PKK haricinde hemen hemen bütün meselelerimiz az önce bahsini ettiğimiz ülkelerle ortak.
Mesela, DEAŞ'tan en çok zarar gören ülkelerden biriyiz. Nice şehit verdik.
İklim değişikliğine ise son günlerde İstanbul'da yaşananları örnek gösterebiliriz.
İstanbullular tabiatın yaşattıkları karşısında aciz kaldı.
Bizse buradan izlediklerimizle ürktük.
Bir diğer sıkıntı mülteciler ve ekonomiye dair endişeler.
3 milyon mülteci var ülkemizde!
Mülteciler ve ekonomiye dair bir parametre göstermeye gerek bile duymuyorum.
Biz tehdidi doğrudan kucağımızda görüyoruz zaten.
Bizim insanımız diğer ülkelerdeki gibi öyle tehdidi önceden görüp, aa bak bu başımızı ağrıtabilir demiyor.
Bence '%72 ABD'nin politikaları' cevabı burada saklı.
Bize göre tehdit, kapıda değil.
Ya da ilerideki köşede caminin karşısında beklemiyor bizi.
Biz bu tehditlerle kol kola yürüyoruz zaten.
Millet olarak sorunun kaynağına bile inmişiz.
Köy şehir fark etmeksizin, okumuş okumamış fark etmeksizin hepimizin cevap belli: Hep Amariga'nın oyunları bunlar.
İşin civcivli yanı tüm bu tehditlerin arkasında da gerçekten Amerika var.
Peki onun arkasında kim var? Sakın biz olmayalım…
DEAŞ, FETÖ, PKK, ekonomiye sokulan çomaklar... (Hatta iklim değişikliği ve depremler. Gerçi bu kısma katılmıyorum ama)
Eyvallah. Tehditlerin önemli bir kısmının kaynağı ABD'nin politikaları diyelim. Kabul.
Ama şu soruları da sormak lazım.
ABD sadece bize karşı mı tehlikeli politikalar yürütüyor?
Ya da ABD dışında bize yönelik tehdit oluşturan başka devletler yok mu? (Kafadan 5 tane sayarız hepimiz)
ABD başka ülkelere de yönelik böyle politikalar yürütüyorsa onlar neden farkında değil? Mahallenin tek uyanığı biz miyiz? Neden kendisi için bir numaralı tehdit olarak ABD'yi görüyor insanımız? Başka toplumlar neden bunu görmüyor? Sebebi 15 Temmuz'u yaşamış olmamız mı? Bence değil.
Biz neden sorunu önce kendimizde aramak yerine, Amariga'nın oyunları deyip işin içinden çıkıyoruz? Nasıl oluyor da bahanelerin arkasına bu kadar kolay saklanıyoruz?
Çünkü sorunu dışarıda görmek işimize geliyor. Oysa sorun içeride.
Millet olarak kendi kendimizi sorgulamayı öğrenemedikçe, o %72'lik oran hiç düşmeyecek.
En acısı da bu. Kendi geleceğimizi kendimiz tehdit ediyoruz ve bunun farkında bile değiliz.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
Ankara'ya dev kütüphane
Pek çok Ankaralının ‘‘Bu bina ne olacak?’’ sorusuyla karşılaşınca şaşırdım. Meğer, kimse bilmez. Önünden geçince merak eder. Sonra da unutur...
31 Aralık 1999
-
Vaktiyle İngilizler, İran’a şeker satmak istemişti. Ancak satamadılar… Talep yoktu. Çünkü İran’da çaya tatlandırıcı olarak üzüm veya hur...
-
Bugün 10 Kasım. Tam 79 yıl evvel, Cumhuriyetin babası Mustafa Kemal Atatürk, ebedi âleme intikal etti. Giderken de, milletiyle omuz omuza ve...
