28 Temmuz 2017 Cuma

Her gazeteciye bir ev!

Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ilginç bir işe imza atmış yine.
Ulusal Basın Günü’nde 255 Azeri gazeteciye ev hediye etmiş.
Üstelik, bu ilk de değilmiş.
2013’ten bu yana Aliyev hükümetinin uygulamalarından biriymiş bu.
Her gazeteciye bir daire!

Aliyev’in konuya ilişkin açıklaması da ilgi çekici.
Diyor ki, ‘‘Devlet yetkilileri, ifade ve basın özgürlüğünün işlerinde kusur yapmalarına izin vermeyeceğini biliyor. Bu yüzden gazeteciler benim yardımcılarım’’
Aliyev cin gibi. Basının, yasama, yürütme ve yargıdan sonra gelen dördüncü erk olduğunun farkında.
Alametifarikası, o gücü tatlı mı tatlı bir şekilde kendine bağlayacak yolu bulması.
Vallahi tatlı bir yol ne yalan söyleyeyim.
Gözlerimi kapatıp birkaç dakikalığına da olsa Bakü’ye yerleşme planları yaptım.
Sonra aniden irkildim. Tüyler diken diken.
‘‘Bırak tatlı hayalleri de meselenin aslına bak çocuk’’ deyiverdi gaipten bir ses.
Aliyev, çıkarıp muhabirlerin cebine tomarla para koysa bu kadar etkili olmazdı.
Adı üstünde ev. Bir yuva veriyor. Güvenin, huzurun ikamet ettiği dört duvar.
Peki karşılığı? Görünürde yok.
Görünürdeki sebep, sosyal devlet anlayışı.
Ne de olsa gazeteciler Aliyev’in yardımcıları.
Devlet çalışanına sahip çıkıyor!

Ayrıca Aliyev, gazetecilere kısıtlama da getirmediğini söylüyor.
2017 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi ise aksini ifade ediyor.
Azerbaycan basın özgürlüğü konusunda 180 ülke arasında 162. Sırada bulunuyor. (Bu arada biz de 155. Sıradayız)
Hadi dünya, menim Azeri gardaşıma da karşı diyelim.
Meseleyi kendi gözümüzden görelim. Gardaşça
Ev hediyesi kısıtlamanın ta kendisidir.
Çünkü, dünyanın neresine giderseniz gidin, ikna en güçlü silahtır.
Tehdit, şantaj, para, baskı, şiddet... İkna denen silah için kullanılan mermi türlerinden birkaçıdır.
Bunlardan bir tane daha vardır ki off off off! Dom dom kurşunudur mübarek!
Adına minnet diyorlar.
Minnet duygusu, güçlü bir bağlılık taşır kendi içinde.
Vefayı, saygıyı, sevgiyi, takdiri de barındırır.
Kısacası güçlü bir motivasyondur.
Aliyev’in amacı ise tamamen bundan faydalanmaktır.

DİYELİM Kİ KABUL ETTİN

Düşünün bir gazeteci o evde oturmayı kabul etsin.
O eve yerleşsin ailesiyle.
Ertesi gün devleti eleştiren bir haber yapması gerekti diyelim.
Sabah hazırlandı, açtı kapıyı adımını dışarı doğru attı… Tam kapatacakken içine düştü o soru… ‘‘Acaba nankörlük mü ediyorum?’’
Bu topraklar kimilerinin kulağına, ‘Ya sen evi al, sonra nasıl istersen öyle yap işini’ diye fısıldasa da gazetecilik idealist olmayı gerektirir.
Minnet ise, asil bir erdem olsa da mesleğine ihanet etmemen gerekir.
Aliyev verdiği dairelerle, Azeri gazetecileri turnusol kağıdı gibi suya batırıyor aslında.
Pek çok gazeteci rengini belli etti.
Mesela, Haqqin internet sitesinin genel yayın yönetmeni, ‘‘Cumhurbaşkanına müteşekkiriz’’ dedi.
Kimileriyse bu cömert hediyeyi reddetti.
Azeri gazeteci Kemal Ali, ‘‘Bedava daire diye bir şey yoktur. Bu hediyeleri kabul edenler ne tür ahlâki yükümlülük taşıyacaklarının farkındalar’’ dedi.
Bir diğer Azeri gazeteci Hatice İsmailova da, ‘Arzularına yenik düşmeyerek, rüşvet olarak daire kabul etmeyen gazetecileri’ tebrik etti ve ‘‘Sizin eviniz kalbimizde’’ dedi.
Ben de o gardaşlarıma buradan diyorum ki, bir ev de benim gönlümde inşa ettiniz. Helal olsun.
(Gaipten bir ses daha: Şimdi Ankara’da bir daire fena olmazdı bak. Emin misin? Bir daha düşün. Bence çok güzel olurdu. Miss gibi!
Yok yok geçti tamam. Sakinim.
Haftaya görüşmek üzere)

21 Temmuz 2017 Cuma

Üretim yerine ithalatı seçersen...

Malumunuz, Venezuela’da son 4 yıldır çarşı pazar karıştı.
Bu yıl enflasyonun %1600’lerde seyretmesi bekleniyor.
Asgari ücret 15 dolara tekabül ediyor. (Hamburger ise 170 dolar)
Yağmacılık, karaborsacılık, hırsızlık, cinayet gırla gidiyor.
Kısacası, ekonomi ve asayiş yerlerde.
Devlet Başkanı Nicolas Maduro 4 yıldır iktidarda.
Chavez’in ölümüyle oturduğu koltukta bir türlü rahat yüzü görmedi.

Nicolas Maduro


GÖREMEZ DE

Yargı yoluyla da parlamentonun yetkilerini süresiz olarak kaldırmış.
Muhaliflerin ve medyanın tepesine çökmüş.
Yolların, köprülerin, limanların başına orduları dikmiş.
1,5 milyon vatandaşı ülkeden kaçmış.
Fabrikalara el koymuş vs. vs.
Halk sokaklarda Başkan Nicolas Maduro’yu protesto ediyor.
Polisle göstericiler arasında çok ciddi çatışmalar yaşanıyor.
Maduro, ‘Aşırı sağ ve muhalifler, suç örgütleriyle el ele vererek şiddeti körüklüyor’ sözleriyle kendini savunuyor.
Muhalifler ise, ‘Kabahat bizim değil. Polis orantısız güç uyguladı, şiddet doğdu’ diyor.
Sonuç itibariyle, insanlar ölüyor. Vaziyet bu.
Gelelim sorunun kaynağına.


NİMET Mİ? BELA MI?

Bazı ülkeler var ki, sahip oldukları petrol yatakları nimetten çok bela olmuş başına.
En güçlü örneği de Venezuela.
Yüzölçümü bizden biraz fazla, 30 milyonun üzerinde nüfusu var.
Dünyanın en zengin petrol yataklarına sahip ülkesi açık ara Venezuela’dır.
Suudi Arabistan, Kanada ve diğerleri arkasından gelir.
Bu zenginliği kullanmaya başladıkları 2000 yılında GSYH 118 milyar dolar iken, 2010’da bunu 295 milyar dolara yükselttiler.
Sadece ham petrol satarak yaptılar bunu.
Fakat bu geliri çok kötü kullandılar.
1998’de %56 oyla devlet başkanı olan Chavez bu geliri, 2005 yılında itibaren halka gelişigüzel dağıtmaya başladı.
Sosyal adaleti, halka gıda yardımı yaparak sağlayacaklarını sandılar.
Netice? Ülke ekonomisi petrol gelirine dayalı hale geldi.
Petrol, devleti de halkı da tembelleştirdi.
Üretimden uzaklaştırdı.
İthalat aldı başını gitti.

Hugo Chavez 2013'te kanserden öldü.
Chavez ise kahramandı!

Halk geleceğe değil bugüne bakıyordu.
Önüne bedava ekmek geliyordu.
Chavez, nasıl kahraman olmasın!
Ancak kazın ayağı öyle değildi.
O dönemler, brent petrolün varili 100 dolardan işlem görüyordu.
Haliye, Venezuela’nın para birimi Bolivar da aşırı değer kazanmıştı.
Derken 2013’te Chavez kansere yenildi ve ülkenin başına Maduro geçti.
İşler zaten ufak ufak karışmaya başlamıştı ki, dünya piyasaları Venezuela’ya şok yaşattı.
Son dönemde 1 varil petrolün fiyatı 100 dolardan 30 dolara düştü.
Bu Venezuela’nın idam fermanıydı.
Petrolden 3 kazanırken 1 kazanmaya başladılar.
Haliyle dışarıdan mal ve hizmet alacak paraları çıkışmadı.

Eee üretim de yok. Petrole güveniyordun.

Sonuç: her türlü ürünün ve hizmetin fiyatı uçtu gitti.
Kıtlık ve karaborsacılık ortaya çıktı.
Bir darbe de 2014’te ABD ambargosuyla geldi.
Piyasa hepten bitti.
Maduro ise hışmını muhaliflerden çıkardı.
‘Birileri yönetime karşı ekonomik savaş başlattı’ dedi.
Vaziyeti eleştiren muhalefet liderleri tutuklandı.
Medya sansürlendi.

Bu arada ABD demişken, bir parantez açalım.

ABD ile Venezuela arasındaki gerginlik 2002’ye dayanır.
ABD destekli Venezuela subayları, yargıyı kendine bağlamasından ve kuvvetler ayrılığını tamamen yok eden Chavez’in makamına bir baskın düzenledi.
Asker silahını doğrulttu ve devlet başkanının istifasını istedi.
Chavez istifa etti. Halk anında sokaklara dökülerek durumu protesto etti.
Hükümet yanlısı askerlerin de tepki göstermesiyle, Chavez 2 gün içinde başkanlığa geri döndü.
O darbeden sonra Chaveiz’in ABD karşıtı söylemleri daha da sertleşmişti.
Maduro döneminde ise ABD ile ilişkiler daha da gergin hale geldi.
Kimilerine göre, Venezuela’nın geldiği noktanın tamamen ABD’nin marifeti olduğu yönündedir.
Gerek Venezuela’da gerekse dünyada Chavez’i ABD’nin öldürdüğü bile söyleniyor.
Ancak bunlar bahane!
Venezuela üretim yerine ithalatı seçtiği gün kaybetti.
Dünyanın petrol yatakları bakımından en zengin ülkesi, bugün meteliğe kurşun atıyor.
Uzlaşı yerine çatışmayı seçtiği için de kaybetmeye devam edecek.
Şimdi cümle âleme ibret oldular.
Oldular değil mi? Emin misiniz?

14 Temmuz 2017 Cuma

O gece öğrendik adını: Ömer Halisdemir

1 yıl geçti o gecenin üzerinden.
O gece öğrendik adını.
Ömer Halisdemir…
Bir daha da unutulmayacak, hafızalardan silinmeyecek bir kahraman.
Adı ünivesiteye, parklara, caddelere hatta çocuklara verildi.
Ya hikâyesi? Ne kadar tanıyoruz onu?



Niğde’nin Çukurkuyu köyünde, 20 Şubat 1974’te açmış gözlerini.
Yüzyıllar önce Maraş’tan, göçmüş bir Türkmen aşiretine dayanıyor kökleri.
Aile çiftçi, Ömer ise 6 kardeşten biri.
Mizacı, zevkleri, büyüme şekliyle tam bir Anadolu evladı.
Tarhanayı çok severmiş.
Hele bir de annesi Fadimana yaparsa dayanamazmış.
Rahmetli Fadimana da oğlunun acısına dayanamayacaktı.
Oğlunun şahadetinden 8 ay sonra bir kandil gecesi Hakk’ın rahmetine kavuşacaktı.
Dirayeti doğuştan.
Hem okumuş hem babasına yardım için çobanlık etmiş.
Niğde Endüstri Meslek Lisesi’ne gitmek için her gün 5 saat yol tepmiş.


Mesafe 50 KM. Yine de okumaktan vazgeçmemiş.
Hayali ise askerlikmiş.
93’te gitmiş asker ocağına. İlk kez o zaman giymiş üniformayı, bir daha da çıkarmamış.
Önce uzman çavuşluk, ardından 96’da Özel Kuvvetler Komutanlığına girmiş.
99’da astsubaylık sınavını geçmiş.
Özel Kuvvetler’de pek çok operasyona katılmış.
Gerek yurtiçi gerek yurtdışı.
Albaylara, yarbaylara eğitmenlik de yapmış.
20 yıl Özel Kuvvetler’de kalabilmesi bile büyük bir başarı olarak kabul ediliyor.
‘Arazide çok iyiydi, az uyurdu ve yorulmazdı’ diyor görev arkadaşları.


KÖYÜNE EV YAPACAKTI

24’ünde dünya evine girmiş. Eşi Meryem’den iki evladı olmuş. Elifnur ve Doğan Ertuğrul.
Güzel de bir hayali vardı.
Askerlik hayatı bitince emekliliğini köyünde geçirmek istiyordu.
Bir ev yapacaktı. Takvim yaprakları 4 Temmuz’u gösterdiğinde evinin temelini atmıştı. Hayalinin temeli…
O günlerde gelen şehit haberlerin hayli canı sıkılırmış.
Her birinin adına birer ağaç fidesi almış. Teker teker dikmiş onları evinin bahçesine.
Şimdiyse insanlar her yerde onun adına ağaç dikiyor.
Neşet Baba hayranı.
Bazı operasyonlara giderken yanına sazını da alırmış.
Saz çalmayı da türkü söylemeyi de severmiş.
Everek türküsü, Zahidem favorileri.



15 TEMMUZ GECESİ

15 Temmuz akşamı Gölbaşı’ndaki Özel Kuvvetler Komutanlığında görevdedir.
Akşam girerken babasını arar, ‘İçimde bir his var baba, üzerime ağırlık çöküyor. Çok hisliyim, şiddetleniyorum’ der.
Baba Hasan Hüseyin Halisdemir oğlunu teskin ederek, ‘Oğlum dikkatli ol, tedbirli ol. Allah muhafaza bir şeyler olabilir’ cevabını verir.
Vakit geçer, Ömer’in telefonu çalar. Arayan komutanıdır.
Onu astsubaylık için teşvik eden, sınava bizzat götüren komutanı Zekai Aksallı.
Zekai Paşa 20 yılını beraber geçirdiği Ömer Halisdemir’e tarihi bir görev verir telefonda.
‘Semih Terzi cuntacıdır, haindir. Onu karargâha girmeden öldür! Bunun sonunda şahadet var’
Halisdemir, ‘Baş üstüne komutanım’ der. Helalleşirler.
Dakikalar sonra Semih Terzi ve 15 kişilik ekibinin arasına sızar Halisdemir.
İki el ateş eder. Başından vurur haini.
Emri aldığında bilir zaten sonunda şahadet var.
30 mermi isabet eder bedenine.
Şehit olur…

2 KURŞUNLA BİNLERCE HAYAT KURTARIR

15 Temmuz gecesinin pek çok kritik anı, ismi kahramanları vardır.
Şehit Halisdemir kuşkusuz bunların başında gelir.
Neden mi?
O gece 249 şehit verdik. Ruhları şad olsun, asla unutulmayacaklar.
Lâkin o gece, Semih Terzi ve diğerleri karargâha girseydi…
Özel Kuvvetler darbe girişimine katılsaydı…
Başta Ankara olmak üzere gerek polis, gerek sivil kayıplar korkunç bir boyuta ulaşırdı.
O gece açılan yara çok daha derin ve büyük olacaktı.
Şahadetini yücelten en önemli faktör budur.
Bir şehidinizi diğerinin üstüne koyamazsınız tabi.
Lâkin daha önce şehit olan isimleri yakınınız olmadığı sürece pek hatırlamazsınız.
Hep Mehmetçik deriz. Doğrusu da budur.
Ömer Halisdemir ismi ve yüzü bu yönüyle de önemli bir faktör.
Biz onu tanımazken; o babaydı, abiydi, kardeşti, evlattı, arkadaştı, askerdi…
Kökeni, köyü, mizacı, hayali ve zevkleriyle...
Gerçek bir Anadolu yiğidi, Mehmetçik profili görüyoruz onda.
Şimdiyse kahraman… Adıyla sanıyla, cesaretiyle, o gülüşüyle, bir parçasını bildiğimiz hikâyesiyle gerçek bir kahraman.

7 Temmuz 2017 Cuma

Caydırıcı olmak lazım ama…

Brett McGurk, Trump’ın DEAŞ’la mücadelede özel temsilcisi.
Bir bakıyorsunuz Rakka’da bir bakıyorsunuz Ankara’da, her yerde herkesle görüşüyor.
Tarihi net olmamakla beraber, bu ay içinde Washington’da yapılması planlanan bir toplantının hazırlık sürecini yürütüyor bu adam.
Adım adım hesaplıyor ABD, Rakka’dan sonrasını.
SDG bünyesindeki liderleri (YPG ağırlıklı) ve ÖSO liderlerini bir araya toplayıp yol haritasını oluşturmak istiyorlar.
Sürecin koordinasyonu McGurk’tan geçiyor.
Obama döneminde göreve getirilen McGurk, PYD’ye yapılan silah yardımlarının bir numaralı organizatörü.
Bakan Çavuşoğlu yaklaşık iki ay önce bu adama dikkat çekerek, ‘görevden alınmalı’ demişti.
Ancak McGurk da netice itibariyle sadece bir isim.
Bizi asıl ilgilendiren toplantı.
Çünkü, birçok sorunun cevabı bu toplantıda netleşecek.

İşte Bu Sorulardan Birkaçı:
Rakka kurtarıldıktan sonra oluşturulacak yönetimde Kürtler ne kadar etkili olacak?
Şehir, Araplara nasıl teslim edilecek?
YPG güçleri, Rakka’dan sonra ne kadar güneye gidebilecek?
(Daha önce Esed buna teşbbüs etmiş ve cezalandırılmıştı)
Rusya ve İran, YPG’nin güneye doğru ilerlemesi karşısında nasıl pozisyon alacak?
YPG’ye verdiği özerk yönetim sözünü tutacak mı ABD?
Eğer böyle bir şey yapılacaksa, Türkiye’nin müdahalesini nasıl engelleyecekler?
Çok fazla değişkenin ve her bir sorunun da ikiden fazla muhatabının olduğu bir denklem bu.
Tabi sorulardan bazılarını çoğaltacak ya da azaltacak bir görüşme de bugün yapılacak.
Putin ve Trump yüz yüze görüşecek.
1 numaralı gündem maddesi Suriye.
Görebildiğim, asıl karmaşa şimdi başlıyor.
Çünkü asıl düşman DEAŞ tamamen ortadan kalkmak üzere.
Asıl çıkar çatışmalarının yüzeye vuracağı günler geldi.

BİR TAŞLA İKİ KUŞ VURUYORLAR

ABD’nin terör örgütlerine silah vermesi yeni bir şey değil, eskiden de yapıyorlardı.
Fark şudur: Eskiden gizlice yapılırdı.
Şimdi alenen yapılıyor.
Benim naçizane tespitim şudur:
ABD bu oyunu bizden çok Rusya ve İran’a karşı oynuyor.
Zira bölgedeki asıl rakipleri Rusya.
Kürt kozunu onlara kaptırmak istemiyorlar.
Bu yüzden silahları ayan beyan vererek, tüm dünyaya ‘Kürtler benim müttefikim’ mesajını verdiler.
Ayrıca silah yardımı vb hamleler, bizimle dostluklarını zedeliyor gibi görünse de dengeyi bir şekilde sağlıyorlar.
Daha doğrusu, bizi dengede tutmak için bu kartı ellerinden düşürmüyorlar.
Zaman zaman Rusya da aynı kartı kullanıyor bize karşı.

GÜLER MİSİN AĞLAR MISIN?

Gizli saklı yapılmasındansa alenen yapılmasını yeğ tutuyordum son günlerde.
En azından ‘özgürlük mücadelesi’ veren o terör gruplarının patronu kim tüm dünya görüyor. Hiç değilse, tarih bizi haklı çıkaracaktır diyordum.
Sonra birden içimden bir ses fısıldadı: Bu dünyada haklı olan değil, güçlü olan kazanır evlat.
Peki, bizim gücümüz nerede?
Haklı olmaya haklıyız tamam.
Ya güç? Yeterince güçlü müyüz?
Hamlemizi Fırat Kalkanı ile yaptık.
Sınırdaki tehdidi vaktiyle engelledik ama yok edemedik.
Çünkü ABD ve Rusya daha fazlasına müsaade etmedi.
Üstelik bu tehdit, güneyden büyüyerek bize dönecek gibi.
Ülkemiz adına güçten kastım caydırıcı olmaktır.
Gerek siyasi, gerek askeri, gerek ekonomik, gerekse teknolojik güç.
Tek parça olarak kalmak istiyorsak, dışarıya karşı caydırıcı bir güç olmalıyız.
TSK’nın gücüne ve caydırıcılığına en çok bugünlerde ihtiyacımız var.
Ve bu sorun dönüp dolaşıp bizi aynı yere getiriyor.
Tam 1 yıl geçti 15 Temmuz’un üzerinden.
Hala bu hainlerin bize neler kaybettirdiğinin tam olarak farkında değiliz.
Yazık.

Ankara'ya dev kütüphane

Pek çok Ankaralının ‘‘Bu bina ne olacak?’’ sorusuyla karşılaşınca şaşırdım. Meğer, kimse bilmez. Önünden geçince merak eder. Sonra da unutur...

31 Aralık 1999