26 Mayıs 2017 Cuma

Elinize 1 milyon lira geçse ne yaparsınız?

Geçtiğimiz gün Cumhurbaşkanı Erdoğan, %100 yerli otomobil üretimi için TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’ndan söz aldı.
Canlı yayında, hepimiz bu ana şahit olduk.
TOBB camiasından bir ya da birkaç babayiğit bu işe ne zaman, nasıl el atacak göreceğiz.
Yerli otomobil, bu memleketin buruk sevdalarından biridir.
1961’den, Devrim otomobilinden bu yana gönlümüzden bir yaradır.
O gün, imkânsızlıklar içindeydik ve zamanla yarışmıştı mühendislerimiz.
Ancak, azimleri ‘devrim’i getirmişti.
61’de zaman yoktu, para yoktu ve ‘yapamazsınız’ diyen de çoktu.
Bugün ise; imkân var, yapabileceğimize inanan da çok. Ancak, piyasanın gerçekleri de var. Markalar yerleşmiş artık. Rekabetin çok çetin olduğu, haliyle yatırımcının da adım atmaya çekindiği bir iş bu.
Sektöre bakınca avantajımız olabilecek tek şey göze çarpıyor.
Elektrikli otomobil.
Sektörün geleceği de burada yatıyor.
Yatırımı elektrikli otomobil üzerine kurarak, aradaki farkı ne kadar azaltırız orasını bilemiyorum.

Benim gördüğüm 2 ana problem var:
1.    AR-GE
2.    Marka

MOTOR DEĞİL, DAHA İYİ MOTOR

En önemli husus olan motor üretimi konusunda zamanın gerisindeyiz.
Hadi %100 yerli bir motor ürettik diyelim.
Mesele bununla bitmiyor ki. Bir motor üretmek değil çok çok iyi bir motor üretmek zorundayız. Bu %100 yerli motor piyasadaki araçların arasından sıyrılabilmeli.
Aksi takdirde millet bir yere kadar sahip çıkar bu ürüne. İş tıkanır ve sektör sizi yutar. ‘Babayiğit’ de olsanız devrilirsiniz. Yatırımcının korkusu da bu zaten.
2016 itibariyle AR-GE çalışmalarına ülke olarak 8 milyar dolar ayırmışız.
Toyota şirketinin ise 2016 itibariyle AR-GE çalışmalarına ayırdığı kaynak 11 milyar dolar.
Varın gerisini siz düşünün.
Bu parasızlıktan ziyade, bizim üretim algımızla ilgili bir meseledir.

HALA AYNI YERDE MİYİZ?

61’de üretilen Devrim, tıkır tıkır çalışıyordu. Hâlâ da Eskişehir’de çalışır vaziyette yılları devirmeye devam ediyor.
Ancak piyasaya sürülemedi. Çünkü, ‘biz bu işi yapamadık’ algısı oluştu. Nasıl mı? Durumu en güzel özetleyen cümle Cemal Aga’dan yani Cemal Gürsel Paşa’dan gelir.
Devrim ilk kez görücüye çıkmıştır.
Cemal Aga da araçtadır.
İnsanlar gururla Meclis’in önünden Hipodrom’a yol alan Devrim’i hayran hayran izler.
Yaşanan gurur, gözyaşları akıtır.
Devrim ise, aniden durur.
Benzin bitmiştir.
Cemal Aga arabadan iner. Merak ve hayal kırıklığıyla dolu kalabalığa, ‘‘Garp kafasıylan araba yaptık, fakat şark kafasıylan benzin koymayı unuttuk’’ der.
Şimdi yine garp kafasıyla araba üretmek istiyoruz. Şark kafası ise bugün geçmişte söylediği şeyin aynısını fısıldıyor kulaklara.
‘Biz yapamayız. Ayrıca neden yapalım ki? Yabancı araç daha kârlı.’

HAKLI BİR SORU

Şöyle örnekleyelim;
Bugün 56 bin liralık bir aracı, 120 bin liraya satın alıyoruz.
Yani kendimize bir araba alabilmek için, neredeyse iki araba da devlete almış oluyoruz.
Hoş, vergiler bu kadar yüksek olmasa trafik iyiden iyiye çile olurdu.
Yine de devlet bu işten bu kadar kazanırken, neden kazancını riske atsın?
Hazır paradan neden vazgeçsin?
Bu noktada şark kafasına hak veriyorum. Doğru bir soru soruyor.
Lakin, şunu da hatırlamak lazım. 61’de Devrim’i bitiren soru da buydu. Bugüne kadar üretemeyişimizin sebeplerinden biri olarak hâlâ önümüzdeki dikilmeye de devam ediyor.
Bu kafa, vaktiyle bize çok şey kaybettirmiştir.
Üretime, külfet gözüyle baktırmıştır.
Bu kafa, hazırcılıktır, tüketen olmaya, bağımlılığa gösterilen rızadır.
THY dışında global bir markamızın olmayışının ana sebebi de budur.

ÜRETİM ALGIMIZDA SORUN VAR

Bir soruyla açıklayayım bunu da. Kendimizden yola çıkalım.
Bugün elinize 1 milyon TL geçse ne yaparsınız?
A-    Bir iş kurar, yatırım yapar, ticarete atılırsınız.
B-    Hayır işlerinde kullanırsınız.
C-    Yarını düşünmeden çatır çatır yersiniz.
D-    3-4 ev bir de araba alırsınız. Evler kirada, araba altınızda.
E-    Karış karış dünyayı gezersiniz.
Bildiniz. Doğru cevap D.

Toplumun en az %70’inin vereceği cevap D şıkkıdır.
Şark kafası işte budur. Üretimi değil tüketimi hedefleyen bir toplumuz. Çözümü, mutluluğu daha fazla tüketmekte buluyoruz. Üretimin Allah canını alsın! Kim uğraşacak ticaretle, üretmekle, bir değer ortaya koyup topluma katkı sağlamakla! Kolayı var: Ver evi dükkânı kiraya, atla araban gez toz. Kafa rahat, ohh miss! Ondan sonra niye müteahhit ülkesi olduk diye haıfylan!
Markalaşma ve AR-GE sorunumuzun kökünde de bu D şıkkı yatar.
Bu D şıkkı, üretimin önündeki en büyük engeldir.

19 Mayıs 2017 Cuma

Galatasaray'a herkesin ihtiyacı var



Turuncudan iz taşıyan sarı,
Vişneye çalan koyuca bir kırmızı…
Çocuk yaşta aşık olmuştum bu renklere.
Büyüdükçe, öğrendikçe, tanıdıkça daha da sevdim.
Çünkü bu renkler, 112 yıl evvel adı konulan bir tavrın silüetiydi.
18 yaşındaki Ali Sami Yen ve arkadaşlarının belirlediği bir tavırdı bu.

1-    Bir renge ve isme sahip olmak
2-    İngilizler gibi toplu halde oynamak
3-    Türk olmayan takımları yenmek

Bu tavrın kökleri 1481’e kadar iner, ancak biz 1905’ten sonrasına bakalım.
112 yıl içinde belirlenen hedefler sırasıyla gerçekleşti.
Galatasaray bir isme ve renge sahip oldu.
Futbolu öğrendiği İngilizlere zamanla parmak ısırtır oldu.
İspanyol, İtalyan, Alman… Önüne geleni devirir oldu.
Nihayetinde zirveye çıktı.
Üstelik zirveye çıktığında kadrosunda sadece 3 yabancı futbolcu vardı.
İşte, Galatasaray’ı diğer kulüplerden ayıran en önemli özelliği budur: Türk gençlerinin, yani bizim çocukların neler yapabileceğini tüm dünyaya gösterebilmesi.



BİZ BÖYLE TANIDIK, SEVDİK

Üstelik Galatasaray bu iddia ile sınırlandırılamaz.
Fazlası da var…
Aynı zamanda tarihtir, kültürdür, gelenekleri olan asırlık bir çınardır Galatasaray.
Baba Gündüz liderliğidir.
Metin Oktay centilmenliğidir.
14 yıl şampiyon olamasa da ‘sevemez kimse seni benim sevdiğim kadar’ nidalarıyla inleyen tıka basa dolu tribünlerdir.
Daima ilklerin takımı, adresi olmasıdır.
Hücum futbolunun kendisine çok yakışmasıdır…
Bugün, geleceği tehdit altında.

SOYUP SOĞANA ÇEVİRDİLER

Asırlık vizyonun ürünü, ülkenin en önemli markalarından biri olan bu camianın bugün düştüğü durum beni üzüyor.
Son 15 yılda birileri kulübü soyup soğana çevirdi ve bir Allah’ın kulu hesap soramıyor.
Duramayasıca başkan da bu rezaletin bilançosunu çıkartmış, her şeyi biliyor.
Ancak o meşhur mali raporu saklıyor. Kimseye göstermiyor.
Eldeki en değerli mal, Riva satılmış ve elde edilen 508 milyon liralık gelir bankaya 342 milyon liraya kırdırılmış.
Toplam borç azalacağı yerde artmış.
Başkan Dursun Özbek, ‘‘Son 1 yılda 1 lira da olsa kâr edeceğiz. Artık zarar etmeyeceğiz’’ demiş.
Sonuç: 1 yılda 200 milyon lira zarar. Önceki yıllardan kalan enkazı saymıyoruz bile. Rakamlar baş döndürücü!
Misyonu Avrupa’da oynamak olan kulübün seneye Avrupa’ya gitmesi hayal olmuş. Geçen sene de gidememiş. UEFA ‘dur’ demiş. Takım havlu atmış. Fenerbahçe bu sezon tüm branşlarda 39 karşılaşmadan 33’ünde bizi yenmiş. Kulübü başkanın kardeşi Mehmet Özbek yönetir olmuş. 1,5 yılda 4 teknik direktör değiştirilmiş vs. vs.

DAHA ACISI DA VAR

Bir iki yıl şampiyon olamamak ya da borçlar bitirmez Galatasaray’ı.
Sportif başarısızlık ve artan borçlar bir tarafa, camianın vizyonunu, hedefini kaybetmiş, o eski kimliğinden uzaklaşmış görüntüsü acıtıyor içimi.
Ümit yok mu? Var tabi, olmaz mı!
Kiminin umudu Fatih Terim, kiminin umudu Ünal Aysal, kiminin umudu da birilerinin (Çin’den mesela) gelip kulübü satın alması ya da ortak edilmesi. Ancak o şekilde başarı elde edileceğine inanması. Umut işte, taraftarın ekmeği…
Hala, çözümü isimlerde ve parada arıyoruz.
Yazık, hiç ders alamamışız.
Kupa kazanamamaktan daha elzem bir sorunumuz var.
Bir taraftar olarak beni asıl rahatsız eden şudur:
Asırlık çınar, bir grup futbolcunun elinde oyuncağa dönüştü.
Kulübün menfaatleri, menajerlere peş keş çekilir oldu.
Galatasaray mücadelenin, inancın değil rantın adresi oldu.
Bu vaziyet Galatasaray’ın mevcut yönetimi ile Ünal Aysal yönetiminin ortak eseridir.
Balkanlar’da, Çanakkale’de, 1. Dünya Savaşı’nda futbolcularını cepheye gönderen, birçok şehit veren camia, bugün terör örgütü üyesi isimleri ihraç ederken tereddüt eder oldu.
Bu durum, bir yönetim beceriksizliğidir.

BİR PARÇA UMUT

Gelinen nokta hazin.
Ancak MFÖ’nün dediği gibi, benim hala umudum var.
Galatasaray’da küçük tohumlar var filizlenen.
Onlar benim umut kaynağım.
Eğer bu kulübün bir geleceği varsa, onların elinden olacak.
Örnek; bu gidişe dur demek için imza toplayan, çoğu genç 700 kongre üyesi var Galatasaray’da.
Üstelik içlerinden birinin ön plana çıkıp bu kampanyayı sahiplenmesi kendine yontması durumunda, ‘İmzaları geri çekeriz. Bizim derdimiz Galatasaray. İsim ya da unvan değil’ diyen gerçek taraftarlar bunlar.
Örnek; U-17 Milli Takımımızın 6 oyuncusu Galatasaray altyapısında forma giyiyor.
Başka söze gerek var mı?
Bu umudun üzerinde bir de gölge var tabi.
Karamsar olmak istemiyorum ancak, eğer bu ay içinde seçime gidilmezse, sarı kırmızı parçalı formanın asaleti günden güne yitip gidecek.
Eğer, 20 milyon taraftarı olan asırlık bir camia, bu yönetim karşısında işi seçime kadar vardıramıyorsa Galatasaray bitmiş demektir.
Ne yapıp edilsin, seçime gidilsin.
Tek başına bir çözüm olmasa da bir başlangıç olur.
Galatasaray’a herkesin ihtiyacı var.
Sadece Galatasaraylıların değil.

12 Mayıs 2017 Cuma

Facebook kadar olamadık

Facebook, yalan haber illetine karşı ince bir tedbir almış.
Bir kullanıcı Facebook’ta bir gönderinin/haberin doğruluğundan şüphelendi diyelim. Bu gönderiyi hemen ‘şüpheli’ olarak işaretliyor. Tıpkı beğen butonu gibi.
İşaretlenen gönderinin ne kadar gerçek ya da yalan olduğunu PolitiFact, ABC News ve Snopes gibi kuruluşlara inceletiyor.
Bu değerlendirme sürecinde kurumlardan ikisi, içeriğin sağlamasını yapamazsa, ‘tartışmalı’ etiketini yapıştırıyor.
Güzel iş değil mi?

GÜZEL, AMA YETMEZ

Bırakın haberi, Facebook’ta gördüğü bir resmin üzerine yazılmış kafadan sallamasyon iki satırlık bilgiyi doğru kabul eden de biz değil miyiz?
Tek temennim, Facebook’un bu uygulamasının medyamıza ve internet kullanıcılarına ufak da olsa bir fikir vermesidir.
‘Acaba bizde bu iş nasıl yapılır?’ sorusunu sordurmasıdır.

İYİDEN İYİYE MESLEK OLDU

Yalan haber yeni bir şey değil. Bizim ülkemize has bir durum da değil.
Dezenformasyon, binlerce yıldır silah olarak kullanılan bir şey.
Eskiden kurnaz iktidarların silahıydı. Askeriye de çok kullanırdı.
Şimdilerde ise 12 yaşındaki tıfılın elinde tuttuğu telefonla yapabileceği bir şey.
Eskiden pahalı ve sağa sola adam koşturmanız gereken bir işti.
Şimdilerde ise çok ucuz ve tek başınıza yapabilirsiniz.
Bir düşünün…
Ona buna hakaret, uydurma bilgiler… İnsanların ilgisini çekme, sayfa için daha fazla ‘tık’ alma ve gelsin reklamlar. Kısacası gelsin paralar!
Sorsan, ‘ekmeğinin peşinde’ ‘yoluna bakıyor’
Ne anlıyorum ne de anlayış gösterebiliyorum.
Beteri de var.
Kimisi de sırf keyfine yapıyor bu rezilliği.
Taraftarlığı uğruna yapıyor.
Yere batasıca o taraftarlığı… Bi bitmediniz arkadaş!

İDEOLOJİ NE MENEM ŞEY…

Eskiden medya, insanlar üzerindeki belirleyici etkendi.
Şimdi insanlar, istediği medyayı tercih ediyor.
İşine geleni, hoşuna gideni seçiyor. Bununla da yetinmeyip, kendi medyasını oluşturuyor. Herkes kendi dünya görüşü çerçevesinde, medya tercihlerini kullanıyor. Takıyorlar at gözlüğünü ve olay bitiyor.
Nasıl mı?
Şöyle ki, vatandaş sadece kendi ideolojisini destekleyen kanalları, gazeteleri ve haber sitelerini takip ediyor. Aksi görüş bildiren arkadaşlarının takibini dahi bırakıyor ya da arkadaşlıktan çıkarıyor. Tahammülü yok adamın. Medyada da süreç aynı. Sürekli aynı adamlar, aynı sözler… Bunun adına körleşme, müptezellik, sarhoşluk ne derseniz deyin. Hepsi de uygun kanımca.
Haliyle tek yöntemin, çözümün kendi yöntemleri çözümleri olduğuna ikna oluyorlar. Kendileriyle aynı şeyi isteyen ama farklı yoldan ilerleyenlere ise düşman muamelesi yapıyorlar.
Bu değişim, fanatizmi beraberinde getirdi.
Haliyle, haber de ön yargıda başlar ve ön yargıda biter oldu.
Demokrasinin önündeki en büyük engellerden biri de budur.
Bu kesinlikle ahlâk meselesi.
Facebook’un yaptığı gibi tedbirle çözülecek bir mesele değil.
Ancak adamlar sorunun farkında ve bunu gidermek için çaba gösteriyor. Bizde ise tık yok. Aramızdaki farkın göstergesi bu olsa gerek. Onlar bu durumdan rahatsız, biz değiliz. Kabullenmiş gibiyiz.
Yazık.

5 Mayıs 2017 Cuma

Bizim de bir ‘kültür seddimiz’ olur mu?

Çin, enteresan bir iş için yine kolları sıvamış.
Kendi internet ansiklopedilerini oluşturmak istiyorlar.
Çok güzel fikir bayıldım vallahi! Keşke bizde de…
Her neyse, biz konuya dönelim.
Proje lideri Yang Muzhi, yeni ansiklopediye ‘‘Çin’in kültür seddi’’ diyor.
Ansiklopedinin önümüzdeki yıl hizmete açılması bekleniyor.
Proje için 20 bin kişiyi işe alacaklar.
100 farklı alanda katkı yapması için akademisyenler bu istihdam da başı çekiyor.
300 binden fazla konu başlığı ve her konunun da bin kelimeden fazla olması öncelikli hedef.
Çin, 13 yıl önce Wikipedia’ya erişimi yasaklayan ülkeydi.
Sebebi ise açık: Wikipedia’da isteyen herkes başlık oluşturup kafasında göre o başlığı doldurabiliyor.
Devlet ise, içeriğini kontrol edebildiği bir ansiklopedi oluşturmak istiyor.
Amaçları Wikipedia’yı taklit etmek değil. Bilim ve teknoloji alanında vardıkları son noktayı göstermek istiyorlar. Burada temel amaç, kendi ideolojilerini güçlendirmek.
Çin’de devlet babanın içerik özgürlüğü konusunda ne kadar gaza basıp ne kadar frene basacağı ayrı bir tartışma konusu olmakla beraber, bu projenin çok güzel bir örnek teşkil ettiğini düşünüyorum.
Zira bilgi kirliliğinin önüne geçmek konusunda büyük katkı sağlar.
Özellikle bizim ülkemizde böyle bir uygulamaya ihtiyaç var.
Çünkü Wikipedia, bizde diğer ülkelerde olduğu gibi derli toplu kullanılmıyor.
Korkunç bir dezenformasyon var.
Yalan yanlış sayfalar gırla gidiyor!
Kim açıyor bu başlıkları? Ben sen o…
İşin en acıklı tarafı da Wikipedia linkine sahip olduğu anda bu zırvaların kesin bilgi olarak kabul edilmesi.
Şimdilerde yasaklandı. Neden? Çünkü DAEŞ’i öven, teröre sempati besleyen sayfalar mevcut.
Ama yasakla çözemeyiz bu işi. Kaldı ki, söz konusu sayfaların oluşturduğu tehdit kadar büyük başka tehditler barındırıyor Wikipedia.
Mesela:
Ödev mi yapacaksın?
Wikipedia’dan tırtıkla bir şeyler.
Yarın sunum mu var?
Dur hele Wikipedia’dan bakayım.
Merak buyurduğun, kafanı karıştıran bir konu mu var?
Al işte bak Wikipedia’da yazıyor sen daha mı iyi biliyorsun!
Falancayı tanımıyor musun?
Wikipedia tanıştırır seni tasalanma.
Lakin kiminle tanıştırdığına dikkat et. Adı Mahmut’tur fakat sayfayı okurken Mahmut bile kendini tanıyamaz. ‘Vayy be! Ben neymişim’ falan der.
Sana sesleniyorum internet kullanıcısı kardeşim. Dikkat et derim oradaki bilgiye. Wikipedia’nın kendisi bile uyarıyor. Daha bundan birkaç sene evvel, ‘‘Sitemizdeki tüm bilgilerin doğruluğunu teyit etmek için 130 milyon saatlik bir çalışma gerekir.’’ Açıklamasını yaptılar.
Yasak devam eder, kalkar, sonra tekrar gelir.
Haklı gerekçelerle de olsa yasak koyarak çözemeyiz sorunumuzu.
Çözüm için de işte alternatif.
Elin Çinlisi bulmuş kendine bir yöntem.
Biz bu örnekten nasıl faydalanırız?
Nasıl temizleriz bu kiri ona bakalım.

Ankara'ya dev kütüphane

Pek çok Ankaralının ‘‘Bu bina ne olacak?’’ sorusuyla karşılaşınca şaşırdım. Meğer, kimse bilmez. Önünden geçince merak eder. Sonra da unutur...

31 Aralık 1999