27 Ocak 2017 Cuma

Başkent futbolu yetim kaldı

Geçtiğimiz Pazar Gençlerbirliği’nin 39 yıllık efsane başkanı İlhan Cavcav’ı kaybettik. Cavcav’ın futbol camiasında ne kadar önemli bir figür olduğunu görmemiz için pek çok örnek verebiliriz burada…
Mesela, arkasından düzülen övgüler.
Mesela, naaşını Başbakan’ın taşıması.
Mesela, 3. Ligden aldığı kulübü vaktiyle UEFA’da parmak ısırtan bir ekole çevirmesi.
Ama hepsinden daha önemli olan bir yönü vardı Cavcav’ın…
Sözünün eriydi. Mertti mert!
Üç kuruş fazla kazanmak için dolambaçlı yollara sapmazdı.
Kimseye kin gütmez, hiç sır da saklamazdı. Şeffaf ve sıkı bir yönetim anlayışı vardı.
GÖLGE DÜŞMEZ

Hatası olmadı mı? Oldu tabi. Keşke son döneminde daha aklı selim davransaydı. Keşke teknik direktörleri bir kalem silip atmasaydı.
Ama bunların hiçbirisi O’nun başarılarına gölge düşüremez. Ardında bıraktığı miras ortada.
"Futbol Federasyonunun yabancı futbolcu transfer politikası yanlış. Paramızı onlara kaptırıp çarçur etmeyelim. Türk futbolu ancak alt yapıya önem verilerek kurtulur." derdi. Gerçek başarının ve hem sportif hem mali başarıda sürekliliğin nasıl sağlanacağını bilen, vizyon sahibi bir adamdı.
En sevdiğim tarafı ‘eski tüfek’ oluşuydu.
"Büyüklerinizin karşısında bacak bacak üstüne atmayın. Ben böyle davrandım." derdi.
‘GÜÇLÜ BİR BABA’ FİGÜRÜYDÜ

Vefatından dolayı tüm spor camiası üzgündü fakat Başkentliler’in üzüntüsü de kaybı da daha büyük oldu.
Neden mi? Çünkü Cavcav, Başkent’te futbolun babasıydı. Bu şehrin sembol isimlerindendi. Sadece Gençlerbirliği’ni marka haline getirmedi. Ankara’nın önemli yatırımcılarından biriydi. ‘’Ben undan da anlarım futboldan da’’ sözü bir tür mottosuydu O’nun.
Amatör futbola desteği çoktu. Her daim sahip çıktı. Futbola dair Başkent’te ne organizasyon varsa desteğini hiç esirgemez soluğu orada alırdı. Her yerde futbolcu izler, amatör futbolcuların da Gençlerbirliği maçlarına ücretsiz gelebilmesi için bilet dağıtırdı.
‘Güçlü bir baba’ figürüydü Cavcav. Ardından gelen oğlu Murat Cavcav’ın ise bu mirası, bu sorumluluğu nasıl omuzlayacağı, ne kadar ileri taşıyabileceği ya da geri götüreceğini zaman gösterecek. Biraz buruk biraz meraklı gözlerle izleyeceğim…
NEYİ BEKLİYORUZ?
Madem Başkent futbolu dedik. Bir Başkentli olarak bu konudaki şikâyetimi de bildireyim.
Son raporda deprem ya da tam kapasite dolduğu takdirde ‘yüksek risk’ taşıdığı belirtilen 19 Mayıs Stadı daha ne kadar sürüncemede bırakılacak? Başkent’te tam da şehrin merkezinde, her türlü toplu taşıma aracına yürüyerek ulaşabileceğimiz yerde bir stadyumumuz var. Ama resmen enkaz! Yıkılıp yerine yenisi yapılsa fena olmaz mı?
AKIBETİ AYNI OLACAK

Anadolu’da 18 stadyum birden inşa edilirken Başkent nasıl es geçilir aklım almıyor! Kaldı ki, ‘yüksek risk’ raporundan önce de maça gitmeye çekinir olduk. Ne koltuklara oturabilirsiniz, ne tuvalete gidebilirsiniz. Ayakta iki saat dikilir ve evin yolunu tutarsınız. Hele hele kışın tam bir kâbus maça gitmek. Yalnız 19 Mayıs demiyorum. Maça gitmek diyorum. Çünkü Osmanlı Stadı da şehirle ilişiğin kesildiği bir noktada. Eryaman’da inşa edilmekte olan 22 bin kişilik yeni stadın akıbeti de aynı olacak. Daha Cebeci’nin ortasında kaderine terk edilen İnönü Stadı’ndan bahsetmiyorum…
HERKES KAZANIR

İlk olarak Fransa’da başlatılan stadyumların şehrin dışına inşa edilmesi fikri, çoktaaaaan terk edilmeye başlandı bile. Adamlar hala milli maçların oynandığı Stade de France’ı şehir merkezine uzak bir yere inşa etmenin pişmanlığını yaşıyor. Yeniden şehrin merkezine stadyum inşa etme, var olanları da muhafaza etme derdine düştüler. Neden mi? Çünkü futbol sadece bir oyun değildir, bir sektördür aynı zamanda. Bu sektörden esnafı, dolmuşu, atkı berecisi, çevre dükkanlar vs. ekmek yer. Maç günü işler hızlanır. Şehirde festival havası olur. Olur ama hep hayalde oluyor işte bizde.
İşin en civcivli noktalarından biri de şudur:
Milli mücadelenin, cumhuriyetin merkezi Ankara’da milli takım maçı oynanamıyor! İstanbul seyircisinin maymun iştahlı ve kulüpçülüğün dibine vurduğu günlerde Milli Takım maçlarını Konya’da oynuyor. İyi hoş Anadolu’da oynanması fikrine karşı değilim ancak, Ay-Yıldızlı formanın adresi Başkent olmalı arkadaş! Neden hala milli müsabakaların oynanacağı, Ankara seyircisini çekecek bir futbol mabedimiz yok?
TOPLANTI GİBİ TOPLANTI

Geçen hafta son dakikalarda yediği iki golle evinde Antalyaspor’a kaybetti Osmanlıspor. Yazık oldu. Ancak maçın hikayesinden çok, maç sonrası Osmanlıspor’un teknik direktörü Mustafa Reşit Akçay’ın basın toplantısı ilgi çekiciydi.
Net adam vesselam! Belli ki oyuncularının son dakikada maçı tutamamasına kızmış. Çok normal.
Toplantısı 5 saniye sürdü Akçay’ın.
Şaka değil gerçekten 5 saniye!
Geldi, söyledi, gitti.
Ne mi söyledi?
"Kısa ve öz konuşacağım. Arkadaşlar oynadık ve mağlup olduk. İyi akşamlar!”
Söz konusu Mustafa Hoca olunca çok da ilginç değil aslında bu toplantı. Enteresan bir tarzı, üslubu var. Her konuşmasında, yaptığı işlerde de bunu görmek mümkün.
Gerçek bir eğitmen olmasının yanı sıra başarılı da bir yarışmacı antrenör. Sözleşmesi sona erince 1461 Trabzon’a dönmek istiyormuş. Başkent’te kalmasını ya da en azından başka bir Süper Lig takımı çalıştırmasını arzu ederdim ancak, geldiği yere dönmek istemesini de çok iyi anlıyorum.
Yine de kalaydı iyiydi.

20 Ocak 2017 Cuma

Bir acayip adam


Donald Trump bugün Beyaz Saray’ı Obama’dan törenle devralıyor. Hem de ne tören! Maliyeti 200 Milyon Dolar. 200 yıllık bir gelenek ve 3 gün 3 gece sürecek. Bugün halkın önünde yemin edecek yeni başkan. 
Ancak Trump, başkan seçilmiş olmasına rağmen pek kabul görmedi. Seçimleri kazandıktan sonra halkın önemli bir kısmı bu duruma isyan etti. Her seferinde bir ünlü geçidine, yıldızların konserlerine sahne olan bu devir teslim törenine katılacak ünlü birisi bile bulunamadı! Katılsalar şaşırtıcı olurdu zira seçimden önce hepsi açık açık cephe aldı adama. Trump’ın ise umrunda değil! ‘’Dünyanın en ünlü adamı (yani kendisi) törene katılıyor. Daha ne ünlüsü’’ sözleriyle açıkladı durumu. Her tarafından narsisizm fışkırıyor! Medya ile Trump arasında da savaş var. Başkan seçildikten sonra topladı tüm medya patronlarını Trump Towers’ta bastı fırçayı! Savunması da belli; ‘’Medya bana karşı dürüst değil. Tweet atmayı sevmiyorum ama medyaya karşı silahım sosyal medya’’ dedi. Ancak bunlar şu an işin görünen sosyal - politik tarafı.

CIA BAŞKANI UYARDI


Bir de madalyonun diğer yüzü var. Bu noktada tek somut örnek vermek yeterli olacaktır: CIA Başkanı John Brennan, Trump için ‘’Dünyanın tehlikeli bir yer olduğunun farkında  olmak zorunda’’ dedi. Şimdi bu örneği zihnimizin bir kenarında tutalım ve Trump ne diyor, ne yapıyor önce ona bakalım…


YAPMADIĞI NUMARA YOK


Uzun yıllar sempatik zengin olmak için yapmadığı numara girmediği kılık kalmadı. Kimi zaman kendi ürününün komik reklamlarını yaptı. Kimi zaman ödül törenlerinde şarkı söyledi. Kimi zaman filmlerde oynadı. Ancak zamanla zenginliği arka plana itilmiş tuhaflığı ön plana çıkmıştı. Çünkü Trump çok acayip bir adam ve Amerika’nın en acayip başkanı olacağı kesin.




ADAM KAFAYA KOYMUŞ


Paranın, şöhretin yetmediği yerde yeni bir hedef belirlemişti. O da ABD başkanlığı. İlk kez 1987’de bunu dile getirdi. Ancak arkası gelmedi. 99’da ise, ‘Neden olmasın?’ diyerek şöyle bir nabız yokladı. Ancak yine arkası gelmedi. Trump siyasete olan ilgisini hiç kaybetmedi. 2016’da ise cumhuriyetçi partiden adaylığını resmen açıkladı. 


ÖNCE GÜLDÜLER


Tabi adaylığı gündeme bomba gibi düştü. Amerikalılar her zamanki gibi işin eğlencesini görmekte saniye geciktirmedi. Doyasıya gülecekleri bir durumdu bu. Trump’ın adaylığıyla habercilerden ziyade talk showlar ilgilenmişti. Hemen her gece bir kanalda Donald Trump skeci döndü. Sosyal medyadan bahsetmiyorum bile. İşin ilginç tarafı, Trump bu programlara kızmadı, tepki göstermedi. Aksine bu programlara katıldı. Sosyal medyadan olumlu tepkiler verdi.
Derken kampanya başladı. Trump konuşmaya başladı. Bu defa haberciler dikkat kesildi. Çünkü Trump neler söyledi neler! Mesela Müslümanları hedef aldı. Söylemleri sertti.
Camiye gidenleri takip etmek ve camilere denetim gerek dedi.
Göçmenleri sınır dışı etmeli dedi.
Meksika sınırına duvar öreceğiz dedi.
Çin’in üzerine daha fazla gitmek gerek dedi.
Putin içinse iyi anlaşabiliriz dedi.
Dedi de dedi…
Bence en ilginç olanı ise, ‘Saddam ve Kaddafi bugün hayat olsa Ortadoğu bu halde olmazdı’ sözleriydi. 


ARDINDAN KORKU BAŞLADI


Daha birçok şey söyledi ancak, tüm agresifliğine rağmen ön seçimlere kadar kimse Trump’ı ciddiye almadı. Ön seçimlerde ise, bütün o eğlence, yüzlerdeki gülümseme bir anda bıçak kesti. Trump ardı ardına birinci çıkıyordu sandıklardan. İşin rengi değişti. Komedi yerini korkuya bırakmaya başladı.
Çünkü ‘sessiz çoğunluk’ Trump’ı zirveye doğru taşıyordu. Ne zaman ki Cumhuriyetçi Parti seçimlerini kazanıp Demokrat Parti’nin adayı Hillary Clinton’la karşı karşıya geldi. O zaman endişe daha da arttı. Hem Amerika’da hem de dünya kamuoyunda.


BETERİN BETERİ VAR


Asıl yarışta ise rakibinin Hillary Clinton olması belki de Trump’ın en büyük avantajıydı. Çünkü rakip o kadar kötüydü ki Amerikalılar ‘Evet Trump kötü. Ama Clinton daha da kötü.’ dedi.




Bu bir bakıma anlaşılabilir. Çünkü nacizane fikrim: ikisi de gerçekten kötü.
Peki nasıl oluyordu da Trump gibi bir adam Amerikan halkının oylarını alabiliyordu? Tek sebebi Clinton’ın gerçekten kötü olması olamazdı.


DÜNYA SAĞA ÇEKİYOR


Anketler şunu gösterdi: Açık sözlü oluşu, lafını esirgememesi özellikle de ekonomik sorunlar üzerine çok fazla eğilmesi ve işsizliği bitireceğini iddia etmesi. Bunlar kuşkusuz ‘tamamen duygusal’ bir yaklaşımdı. Ve hepsi de Trump’ın cumhuriyetçi ve muhafazakar tabanı kazanmasını sağladı. Belki de hepsinden önemlisi olabilecek bir sebep daha vardı… O da dünyanın ekseninin giderek sağa kayması. Tüm dünyada görülen siyasi değişim rüzgarı son zamanlarda sağdan sağdan geliyor. İngiltere, Fransa, Avusturya ve Almanya’da yapılan ve yapılmak üzere olan seçimlerde sağcı liderler bir bir iktidara geliyor ya da iktidara yürüyor. Ayrıca, Fransa ve Avusturya’da yükselen ırkçılık hareketlerinde de bunu görmek mümkün.
Bu bizim için ne fark eder?
İyi mi? Kötü mü?
Trump ilk zamanlar, tüm dünyada özellikle Müslümanları ürküten bir isim olsa da Clinton’dan iyi olacağı bir gerçekti. Obama yönetiminde Dışişleri Bakanlığı yapan Clinton, Ortadoğu’daki kaos kendisine az gelmiş olacak ki  vaziyeti daha da körükleme niyetindeydi! Arap Baharı sonrası Ortadoğu’yu planlamadıkları için bugün bu coğrafyada kanın gövdeyi götürdüğünü kendi ağzıyla söyleyen Obama’nın dış politikayı Clinton’a emanet etmesi tam bir faciaydı.
Trump ise bir siyasetçiden çok iş adamı. Ticaretin ve kendi ülkesindeki işsizliğin derdinde. Anlaşmaya varmak pek tabi daha kolay olur.


BAŞKANIN ÖNEMİ YOK…


‘Amerika’da kim başa gelirse gelsin bir şey fark etmez. Başkanın kim olduğunun bir önemi yok’ dediğinizi duyar gibiyim. Kabul de ediyorum. Unutulmaması gereken bir gerçek. Fakat Putin’in bile, Trump seçilince mutluluktan havalara uçtuğu söyleniyor. Öyle ki Trump’ın kazanması için bazı eyaletlerde manipülasyon yaptığı ortaya çıktı. CIA, istihbarat raporunu açıkça yayımladı. Buna rağmen iki lider olumlu mesajlar verdi.
Olmaz ama hadi oldu diyelim. Trump başkanlığı döneminde bildiğini okuyacak. Peki o zaman ne olur? Acayip adamın söylediklerine bakmak (en azından bizi alakadar eden kısmına) belki size bir fikir verir…


TRUMP: DAEŞ’İ ŞİMDİKİ YÖNETİM YARATTI


Trump, DAEŞ'i şimdiki ABD yönetiminin  yarattığını 
ve Rusya'nın DAEŞ ile mücadelede ABD'ye yardımcı olacağını söyledi. Evet evet daha bu hafta söyledi bunu. Muhtemelen karşılık olarak Rusya’nın nükleer silahlarını azaltmasını talep edecek. İşin iyi tarafı Moskova da meseleye ılımlı yaklaştı. Yakın bir tarihte mutlaka buluşacaklar ve tüm dünyanın gözü de o buluşmada olacaktır.

Kendi penceremizden bakalım:

Clinton’a ateş püsküren Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Trump ile tebrik telefonunda çok samimi bir diyalog yaşadığı söyleniyor.


1-    Türkiye – ABD arasındaki en önemli gündem maddelerinden birisi şu an teröristbaşı Gülen’in iadesi. Bu meseleyi bir siyasetçiyle mi yoksa bir iş adamıyla mı daha kolay çözersiniz? 

2-    Ya da terör ve Suriye meselesini ele alalım. Terörle mücadelede ortak hareket edelim diyen ve NATO’nun eskimiş bir kurum olduğunu hiçbir işe yaramadığını söyleyen bir ABD başkanı bizim de işimize gelmez mi?


BAŞKAN ÇARESİZ Mİ?


Şimdi, CIA Başkanı Brennan’ın uyarısını hatırlayalım. Evet, gerçekten de Amerika’da başkanı aşan durumlar var. Bunun örneğini sayarak da bitiremeyiz. Ancak Trump, ABD’deki ‘sistem’ tarafından ne kadar frenlenecek? Trump ne kadar bildiğini okuyacak? Bilmiyoruz ama şunu biliyoruz. Enteresan bir güç çatışmasına sahne olacak dünya. Bu adamın daha önceki başkanlardan farklı olacağı kesin. Çünkü Trump, gerçekten acayip bir adam…

13 Ocak 2017 Cuma

“Hoşuma gitmedi yavrum. Bu yaşta...”

Adı Nezegül,
81 yaşında,
Kızılay Güvenpark’ta kuş yemi satıyor.
Yağmur, kar, kış demeden her Allah’ın günü açıyor tezgahını kuruluveriyor oracığa. Tam bir yorgun savaşçı…
Nezegül nine 25 yıl önce eşini kaybetmiş,  6 sene evvel de kalp ameliyatı olmak için gelmiş Çorum’dan Ankara’ya… Bir göz bir oda da evi var, eşyası var. Çocuğu ya da sağ kalan bir akrabası yok…

SEFERBER OLMUŞLAR
Kızılay Güvenpark’ta kuş yemi satan 81 yaşındaki Nezegül nine sosyal medyanın göz bebeği oldu. İlk kez gazetemizin ‘Lütfen Boş Geçmeyin’ başlıklı haberinde karşılaştığım Nezegül nine için meğer sosyal medyada seferberlik ilan edilmiş. Başkentli gençler yemler erkenden satılsın bitsin de bu pamuktan kadın evine erken gidebilsin diye yarışa girmiş.
Güzel düşünmüşsünüz düşünmeye de madem kadına yardımcı olmak istediniz keşke hiç dillendirmeseydiniz arkadaşlar. Usul usul yapsaydınız bu işi. Neden mi?
Çünkü Nezegül nine her gelen gencin kendisine yaklaşımından, anlattıklarından dolayı durumu öğrenmiş. Haliyle de üzülmüş ve demiş ki,  “Hoşuma gitmedi yavrum. Bu yaşta...”

NİYET GÜZEL AMA…
Bu yardım seferberliğini düşünenin yüreğine sağlık ama biraz da ince düşünmek lazım. Ziyadesiyle hassas bir durum. Arkadaşların niyeti çok güzel. Fakat para karşılığında o yemi satın alsan bile bırak bunu sosyal medyada paylaşmayı, parayı uzatan elini diğer elin bile görmesin arkadaşım. Tezgahtaki bütün yemleri de alsan, o kadıncağıza bu sözü söylettikten sonra bütün anlamını yitiriyor yaptığın iyilik. Bu yardımı yapmanın ve farkındalık oluşturmanın yöntemi sosyal medya olmamalı. İnsanları mahcup etmeden bunu yapabilmenin yolları da var.

ÖNCE BAYRAM
Başta Mamak olmak üzere Ankara’nın belli bölgelerinde yolların mayın tarlasını andırdığını hesaba katmaz, bir de son yıllarda baş gösteren trafik sıkıntısını saymazsak, Başkent’te ulaşım konusunda güzel şeyler de oldu. Geçtiğimiz hafta Keçiören Metrosu açıldı mesela. 14 yıldır bitmek bilmeyen aşkımız, kara sevdamız… Sonunda bitti. Üstelik açılış törenine katılan Cumhurbaşkanı Erdoğan da müjdeyi vermişti… Keçiören Metrosu 15 Ocak’a kadar ücretsiz olacak.
Tabi vatandaş bayram etti. Keçiörenliler bu habere çok sevindi.
Ta ki, ertesi gün Büyükşehir Belediyesinin yaptığı açıklamaya dek…

ARDINDAN ZAM
Başkent’te ulaşıma zam gelmişti. Açıklandığı gün ise, çok manidardı. Zammın yürürlüğe girdiği gün de öyle.
Otobüs, dolmuş, metro hepsine zam geldi, aktarma ücreti 1 lira olurken, bedava olan Yenimahalle – Şentepe Teleferik Hattı da 1 TL olarak ücretlendirildi. Gerekçe ise ulaşım maliyetindeki artış olarak gösterildi.
İşte bu olmadı. Hiç hoş olmadı…

Ha bu arada zam demişken, Fırıncılar Odası Başkanı Halil İbrahim Balcı’dan da bir açıklama geldi geçtiğimiz hafta…

Ekmeğe zam yolda!
Başkan Balcı, un fiyatlarının yükseldiğine dikkat çekerek, ‘ekmeğe zam gelebilir’ dedi.

2017’ye zamla başlayan Başkentlileri bakalım daha neler bekliyor…

KİTAP FUARI AÇILDI, KOŞUN!
Avrasya Yazarlar Birliğinin desteğiyle düzenlenen 11. Ankara Kitap Fuarı, 6 Ocak’ta açıldı. Pazartesi’ye kadar açık kalacak fuarda bu yılın konuk ülkesi ise Kazakistan. Fuarda sahaflar yerini almış (meraklısına). Adres: ATO Congresium.

6 Ocak 2017 Cuma

Neden kopya çektik?


Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kültür ve Sanat Ödülleri töreninde, ‘’İki alanda arzu ettiğimiz seviyeye ulaşamamış olmaktan dolayı fevkalade üzgünüm, bunlardan biri eğitimdir, diğeri kültür sanattır.’’ dedi.

Bu değerli özeleştirinin ardından bir hafta geçti ancak, birkaç köşe yazarı dışında bu sözün üstünde duran olmadı. Ne ciddi bir programda ne de bir haberde bununla ilgili tek bir ciddi, düzeyli tartışma (ki nimetten sayılır oldu), analiz göremedik.

SEBEBİ ORTAK OLAMAZ MI?

Kabul, zor günler geçiriyoruz. Şehit haberlerinin, terör saldırılarının ardı arkası kesilmiyor, ‘sırası mı kardeşim kültür sanatın millet can derdinde!’ diyebiliriz. Lakin, bu zor günlerin ve kültür sanattaki kopyacılığın, eğitimdeki rezaletin sebebi ile ülkemizin şu anki durumunun sebebi ortak olamaz mı?
Bu sorunlardan birisi olan eğitim, aslında tüm sorunlarımızın kaynağı ve de çözümün ta kendisi olamaz mı?

SIFIR KİLOMETRE DÜNYA

Şimdi tüm hayatımızı, ülkemizi, dünyayı, insanımızı bir kenara bırakalım…
Sıfır kilometre bir toprak parçası ve bu toprak parçası üzerinde yaşayan insanlar düşünelim. Ortak gayemiz geçim. Hür, refah içinde, güvenli, istikrarlı bir hayat. Peki, bunu sağlamak için ne yapmalı?
Öncelikle üretmek zorundasınız, sizin, çevrenizin ve sizden sonrakilerin devamlılığı buna bağlı. Ancak üretim süreklilik ister. Bu sürekliliğin sağlanması için de her şeyden evvel yaşadığınız topraklar güvende olmalı. İnsanlar güven içinde hissetmezlerse, asayiş ve sürekli bir kaygı hüküm sürmeye başlarsa üretemezsiniz,  katiyen ilerleyemezsiniz. Ortaya çıkabilecek tüm kaosların katili adalettir. Güven duygusunu tesis etmenin yolu yalnızca adaletten geçer ve adalet bilgelik ister. Bilgelik ise akıl ve eğitimle nefes bulur. Topraklarımızdan deha fışkırmasına gerek yok, insan doğru eğitilsin yeter. Peki, bu eğitimi kim verecek? Neye göre eğitim verilecek? Ölçütler neye göre belirlenecek? Bu sorulara verdiğiniz cevaplar sizin nasıl bir millete, nasıl bir uygarlığa dönüştüğünüzü gösterir zaman içinde. Ülkenizde olup bitenler, siyaset, terör, ekonomi, spor, sanat hepsinin cevabı o ölçütlerde yatar… Kısacası eğitim, mevcut sorunlarımızın kaynağıdır.
Tüm bunlar işin temel mantığı tabi. Eğitim sorunumuzu derinlemesine inceleyecek olursak beşik ulemalığına kadar gitmek gerek. Belki daha sonra onları da parça parça değerlendiririz. Eğitim tek başına sihirli değnek olmasa bile en azından son yıllarımızı göz önüne alarak, bir toplumun mevcudiyetini korumada kilit rolü olduğunu söyleyebiliriz. Hadi anonim dünyamızdan çıkalım ve biraz da somut örnekler üzerinden gidelim.

MEB’E 4. HAKEM ATANSIN

Eğitim sistemimiz tam bir kaos. Hem  de ne kaos! Oyuncu değişikliği yapar gibi sistem değiştiriyoruz iki dakikada! Denek oldu yavrucaklar. Öyle ki ne veliler ne de öğrenciler takip edebiliyor artık değişimi. Milli Eğitim’e dördüncü hakem ataması yapılsa yeridir! 4+4+4 çık, bilmem kaç + kaç + kaç oyuna gir… Açığa almalardan dolayı yaşanan öğretmen rotasyonunu saymıyorum bile. En azından mantıklı bir gerekçesi var.

CANAVARA DÖNÜŞTÜRDÜLER

Kuşkusuz bu baş döndürücü değişiklik döngüsü, FETÖ’nün ülkemize acı bir mirası oldu. Milli Eğitim’i yerle yeksan ettikleri ya da vaktiyle öğrencileri, anne babaları, dershanelere mahkum ettikleri de  yetmedi, üstüne vaktiyle beynini yıkadıkları çocukları, birer canavara dönüştürdüler. O çocuklar ki büyüyüp subay, astsubay olup, millete silah çekti, ateş açtı. Yargıda birbirinden korkunç komplolar kurdu. İşin en can yakan tarafı ise, tüm bu ‘eğitim’in din kisvesi altında verilmesiydi. Sınavlarda yapılan usulsüzlüklerden ve liyakat kavramının çiğ çiğ yenilmesinden bahsetmiyorum bile.

EĞİTİMİN FARKI

Az evvel dedik ki, önce eğitim sonra adalet, sonra güven ve istikrar ortaya çıkar. Kısacası üretimin devamlılığı sağlanır. Bu hainler, önce kendi sermayesini oluşturdu ve çok güçlendi. Askerini yetiştirdi TSK’mizin içinde yetmedi hakim ve savcılar yetiştirdi. Peki kimle, nerede ve nasıl? Öğretmenle yaptı. Yani eğitimle. Bakınız; Adil Öksüz. Yolda görseniz vasat bir adam derdiniz. Ama tuğgeneraller, tümgenerallerin olduğu yerde harekat yönetiyor. Kim bilir kaçını yetiştirdi, onlar gibi. Alın size eğitimin ve eğitimcinin farkı.
Nelere kadir!
Liste uzar gider, geçmişte dolaşır, geleceğe taşar, kendimizce çözümler de ortaya koyabiliriz vs… Burada önemli olan nokta, eğitimin önemini kavramak.
Son olarak, gelelim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın özeleştirisine…
‘Kültür sanatta kopya…’ iyi de neden?
Özgün değiliz. Kendi tarihinden, bağlarından, köklerinden kopmuş bir millet nasıl özgün bir ürün ortaya koyabilir? Kusura bakmayın ama hiçbir şey ortaya koyamaz. Çünkü özgün eğitim yok.
Gelelim kültür ve sanata…

BU PASTA BİZİM DEĞİL

Kültür; uygarlıktır, birikimdir, kocaman bir pastadır. Sanat ise o pastanın çileğidir. Pasta bizim pastamız olmaktan çıkmış kendi malzememiz, kendi tarifimiz değil ki özgün bir şey ortaya çıksın. Karşı komşuyu pasta yaparken seyredip aynısını yapmaya çalışıyoruz. Olmaz kardeşim! Tutmaz o kıvam, tutsa da senin damak tadına uygun değil, kaldırmaz miden. Senin hala DNA’larında gezmekte olan bir damak tadın bir mutfağın var. Sözün özü, kendi tarihin, uygarlığın, kültürün, birikimin var. Bunları fırlatıp bi kenara atamazsın. Atmaya kalkarsan da böyle kopya çekmekten başka çare bulamazsın.
Özetle; özgün bir sanat, kültürümüzü zenginleştirmek, üretim ve istikrarın baki olduğu, adil, huzurlu bir topluma dönüşmek istiyorsak, işe eğitim sorununu çözerek başlamalıyız.
Eğitimde sonuç almak hususunda, kronik hastalığımız olan sabırsızlığa dikkat edelim. Aceleci olmamalı zira, eğitim süreç ister.
Şöyle örnekleyelim:
Bir ülkede ekonomik bozulursa, 1-2 senede,
Siyaset ya da bürokratik işleyiş bozulursa 3-4 senede,
Eğitim sistemi bozulursa 10-15 senede ancak toparlarsınız.

Ankara'ya dev kütüphane

Pek çok Ankaralının ‘‘Bu bina ne olacak?’’ sorusuyla karşılaşınca şaşırdım. Meğer, kimse bilmez. Önünden geçince merak eder. Sonra da unutur...

31 Aralık 1999